Menderes Çınar
I. BİR METAFOR OLARAK İSLÂMÎ EKONOMİ
Dünyamızda azgelişmişlik sorunları hâlâ devam ediyor ve Müslüman ülkelerin arasında en gelişmiş olanı, sanırım, Türkiye. Böyle bir durumda İslâmî bir ekonomi alternatifini bu azgelişmişlik sorununa bağlamak mümkün. Tıpkı fundamentalizm gibi, ve aslında onun uzantısı sayılabilecek, İslâmî ekonomi de modern bir fenomen (bu alanda ilk çalışmalar 1960’lı yıllarda başlamıştır). Sorunsalı modern dünyanın yarattığı sorunsallardır; insanların refahını arttırmak, ekonomik gelişmeyi sağlamak vb. Bütün bu ‘modern’ tepkiler aslında ‘kurulu düzen’e ve onun başarısızlıklarına olan tepkilerdir. Dolayısıyla, hedef uzak geçmişe dönmek değil, günümüzün sorunlarına çözüm bulmaktır (Gülalp 1993;66). Kurulu düzenin ‘kapitalist’ bir düzen olduğunu gözönüne aldığımızda, İslâmî bir ekonomik alternatif de önce bu düzenin bir eleştirisiyle başlamaktadır. Onun yarattığı sorunları (adaletsizliği) çözmeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda popüler olabilecek ve/veya popülist sayılabilecek politik-ekonomik bir söylem kullanmaktadır. Fakat, İslâmî bir ekonomi, sosyalizmi de ‘bâtıl’ olarak algılamaktadır ve onu vücuda uymayacak bir baş olarak görmektedir.
İslâmî ekonomi, veya örneğin Refah’ın Adil Düzen’i, bu ‘biz(ler)e göre olmayan’ düzenlerin ‘iyi’ yönlerini kapsadığını, fakat bunların ikisi de olmadığını, üçüncü bir yol olduğunu iddia etmektedir. Kapitalizmin ve sosyalizmin maddecilikleri, menfaatçilikleri ve kültürel-emperyalist doğaları red edilirken; birincisinin serbest piyasası/girişimi/mülkiyeti ve teknolojisi, ikincisinin ise eşitlikçiliği ‘iyi’ olarak algılanmış ve kabul edilmiştir. Fakat, bilinen iktisat modellerindeki birtakım değişkenleri İslâmî değişkenlerle yenilemek (faizi kaldırıp zekâtı getirmek gibi) ile başlayan çabaların sonucunda, bugüne dek İslâm ekonomisi nedir, gibi bir soruya kesin cevap vermek mümkün olmamıştır (bkz. Özel 1993;100, 104). Bu anlamda, İslâmî ekonomi bir ‘eklektisizm’ olabilir (mi?). Nedir İslâmî ekonomiyi diğerlerinden farklılaştıran? İslâmî bir ekonomik sistem, taraftarlarınca, İslâmın “öğretilerine” uygun, “adil” ve “insancıl” bir ekonomik sistem olarak tanımlanmaktadır. Açlık ve fakirlik, bu anlayışa göre, tamamıyla adil olmayan ekonomik sistemlerin bir sonucu olup insanların yarattığı bir sorundur.
Çünkü, Allah dünyaya getirdiği herkese rızkını vermiştir. İslâmî bir (bir, çünkü birden fazla İES anlayışı var) Ekonomik Sistem (bundan sonra İES) adaleti vurgulamasına rağmen tek hedefi bu değildir. Alternatif olarak sunulan İslâmî sistem de nihaî amaçlarında diğer ekonomik sistemlerden farklı değildir, çünkü bütün ekonomiler, adil gelir dağılımı ile gelişme gibi, aşağı yukarı aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Adalet, sanayileşme, verimlilik, gelişme ve istihdam gibi hedeflerin arasında ulaşılacak hedeflerden sadece biridir. Zira, İslâmın genel mesajı teknolojik gelişme yolu ile dinamik bir “değişimi yakalamaktır” (Ahmad 1991; 27).
Özel mülkiyet ve özel girişim temelinde üretim için kaynak kullanımının olumlu olarak desteklenmesi, maddesel (materyal) ilerlemenin ve zenginliğin kabul edilmesi, ortak sorumluluk ve birlikte çalışma, sosyal adalet, dengeli gelir dağılımı, faizin yasaklanması ve kumar gibi belli yasaklardan uzak durma İES’in bellibaşlı özelliklerindendir (Bannerman 1988;98). Bu arada şunu da bir kenara yazmalıyız ki; insanlar farklı yetenek ve zekâ seviyelerine sahip olduğu için İslâmda adalet, mutlak bir adalet değildir ve farklılıklar, herkesin ‘temel’ ihtiyaçları karşılandığı sürece, kabul edilebilir. İES’i diğerlerinden farklılaştıran, onun bu benzer amaçlara ulaşmak için kullandığı araçlardır. Peki ama bu benzer amaçlara ulaşmak için kullanılacak araçlar nelerdir? Sosyal adalet İslâmda ne demektir ve nasıl sağlanacaktır? Piyasa nasıl düzenlenecektir? İstihdam nasıl arttırılacaktır? Kaynaklar nasıl dağıtılacaktır? İnsanların ihtiyaçları nasıl karşılanacaktır? İES’in birincil kaynakları Kur’an ve Sünnet’tir. Şeriat’ın diğer kaynakları olan fetvalar, icma, içtihat vd. İES’in ikincil kaynakları olarak ele alınabilir. Bir İES taslağı çıkarma çabalarının temel eksikliği sadece Kur’an ve Sünnet’in kaynak olarak alınmasından kaynaklanmaktadır. Zira, hukuk sistemi ve sosyal düzeni tarım ekonomisi temeli üzerinde olan bir dinsel geleneğin, yedinci yüzyılda düşünülmesi mümkün olmayan, günümüzün ekonomik sorunları ile ilgilenmesini bekleyemeyiz. Kur’an’ın mesajları ise sadece ona inandığınız ve onun kalıplarına göre yaşadığınız sürece ebedîdir.
Bu anlamda “eski” bir üstyapının yeni ve değişen bir altyapıya uygulanması çabası vardır. Belki de bu eksik nedeniyle sadece bir İslâmî ekonomik sistemden bahsetmek mümkün değil. Çünkü, bir sosyal adalet dini olduğu söylenen İslâmın günümüzün sosyo-ekonomik olaylarını düzenleyebilmesi için insan yapısı yasalar gerekmektedir (Mehmet 1990; 35). Fakat, bu konuda dahi bir ortak görüş yoktur. Örneğin, Seyyid Kutub’a göre İslâmî ekonominin amacına ulaşması için modern yasalar gerekli iken, Mevdudi’ye göre İslâmın buna ihtiyacı yoktur (Mehmet 1990; 72). Bu yasalar İslâmî kurallara göre yapılabilir, ancak birden fazla İslâmiyet anlayışı olması da İslâmî ekonomik teorideki “çoğulculuğa” katkıda bulunmaktadır. Her İslâmî ekonomist bulunduğu ortama göre bu kaynaklardan değişik çıkarımlar yapmaktadır. İES anlayışları “saf” liberal serbest piyasa ekonomisinden devlet müdahalesinin oldukça yüksek olduğu “devletçi” ekonomiye kadar değişebiliyor. Tabiî hepsinin temelleri Kur’an’ın değişik okumalarında. Burada şunu söylemek mümkün: İslâm radikal popülist hareketlerin ideoloji kaynağı olabileceği gibi, eşitsizliğin olduğu ve varlıkların bazı ellerde toplandığı bir sistemi de mazur görebilir/gösterebilir. Bu konu üzerinde kayda değer ölçüde kafa yoran Choudhury’ye göre İslâmî ekonominin üç temel prensibi vardır: Tevhid ve Kardeşlik, Çalışma ve Verimlilik ve Gelir Dağılımında Eşitlik Prensibi.
Bu prensiplere dayanarak; ribanın (faizin) kaldırılması ve onun yerine mudaraba [kâr-(zarar) ortaklığı] mekanizmasının kullanılması/kurulması, israftan kaçınılması ve tüketimde ‘mütevazilik’ ve zekât kurumunun yerleştirilmesi, uygulanması gereken politikaların esasını oluşturmaktadır (bkz. Choudhury 1986; 9-18). Buradan hareketle herhangi bir İslâmî ekonominin üzerine inşâ edileceği üç ana temel olduğunu söyleyebiliriz: Kurallar (normlar), zekât ve kâr ortaklığı (faizsiz bir sistem). Bu temel prensiplere ek olarak devletin rolüne dair, aşağıda görüleceği gibi, değişik görüşler vardır ve belki de İslâmi ekonomiler aslında bu noktada farklılaşmaktadırlar.
İslâmî ekonomi, veya örneğin Refah’ın Adil Düzen’i, bu ‘biz(ler)e göre olmayan’ düzenlerin ‘iyi’ yönlerini kapsadığını, fakat bunların ikisi de olmadığını, üçüncü bir yol olduğunu iddia etmektedir. Kapitalizmin ve sosyalizmin maddecilikleri, menfaatçilikleri ve kültürel-emperyalist doğaları red edilirken; birincisinin serbest piyasası/girişimi/mülkiyeti ve teknolojisi, ikincisinin ise eşitlikçiliği ‘iyi’ olarak algılanmış ve kabul edilmiştir. Fakat, bilinen iktisat modellerindeki birtakım değişkenleri İslâmî değişkenlerle yenilemek (faizi kaldırıp zekâtı getirmek gibi) ile başlayan çabaların sonucunda, bugüne dek İslâm ekonomisi nedir, gibi bir soruya kesin cevap vermek mümkün olmamıştır (bkz. Özel 1993;100, 104). Bu anlamda, İslâmî ekonomi bir ‘eklektisizm’ olabilir (mi?). Nedir İslâmî ekonomiyi diğerlerinden farklılaştıran? İslâmî bir ekonomik sistem, taraftarlarınca, İslâmın “öğretilerine” uygun, “adil” ve “insancıl” bir ekonomik sistem olarak tanımlanmaktadır. Açlık ve fakirlik, bu anlayışa göre, tamamıyla adil olmayan ekonomik sistemlerin bir sonucu olup insanların yarattığı bir sorundur.
Çünkü, Allah dünyaya getirdiği herkese rızkını vermiştir. İslâmî bir (bir, çünkü birden fazla İES anlayışı var) Ekonomik Sistem (bundan sonra İES) adaleti vurgulamasına rağmen tek hedefi bu değildir. Alternatif olarak sunulan İslâmî sistem de nihaî amaçlarında diğer ekonomik sistemlerden farklı değildir, çünkü bütün ekonomiler, adil gelir dağılımı ile gelişme gibi, aşağı yukarı aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Adalet, sanayileşme, verimlilik, gelişme ve istihdam gibi hedeflerin arasında ulaşılacak hedeflerden sadece biridir. Zira, İslâmın genel mesajı teknolojik gelişme yolu ile dinamik bir “değişimi yakalamaktır” (Ahmad 1991; 27).
Özel mülkiyet ve özel girişim temelinde üretim için kaynak kullanımının olumlu olarak desteklenmesi, maddesel (materyal) ilerlemenin ve zenginliğin kabul edilmesi, ortak sorumluluk ve birlikte çalışma, sosyal adalet, dengeli gelir dağılımı, faizin yasaklanması ve kumar gibi belli yasaklardan uzak durma İES’in bellibaşlı özelliklerindendir (Bannerman 1988;98). Bu arada şunu da bir kenara yazmalıyız ki; insanlar farklı yetenek ve zekâ seviyelerine sahip olduğu için İslâmda adalet, mutlak bir adalet değildir ve farklılıklar, herkesin ‘temel’ ihtiyaçları karşılandığı sürece, kabul edilebilir. İES’i diğerlerinden farklılaştıran, onun bu benzer amaçlara ulaşmak için kullandığı araçlardır. Peki ama bu benzer amaçlara ulaşmak için kullanılacak araçlar nelerdir? Sosyal adalet İslâmda ne demektir ve nasıl sağlanacaktır? Piyasa nasıl düzenlenecektir? İstihdam nasıl arttırılacaktır? Kaynaklar nasıl dağıtılacaktır? İnsanların ihtiyaçları nasıl karşılanacaktır? İES’in birincil kaynakları Kur’an ve Sünnet’tir. Şeriat’ın diğer kaynakları olan fetvalar, icma, içtihat vd. İES’in ikincil kaynakları olarak ele alınabilir. Bir İES taslağı çıkarma çabalarının temel eksikliği sadece Kur’an ve Sünnet’in kaynak olarak alınmasından kaynaklanmaktadır. Zira, hukuk sistemi ve sosyal düzeni tarım ekonomisi temeli üzerinde olan bir dinsel geleneğin, yedinci yüzyılda düşünülmesi mümkün olmayan, günümüzün ekonomik sorunları ile ilgilenmesini bekleyemeyiz. Kur’an’ın mesajları ise sadece ona inandığınız ve onun kalıplarına göre yaşadığınız sürece ebedîdir.
Bu anlamda “eski” bir üstyapının yeni ve değişen bir altyapıya uygulanması çabası vardır. Belki de bu eksik nedeniyle sadece bir İslâmî ekonomik sistemden bahsetmek mümkün değil. Çünkü, bir sosyal adalet dini olduğu söylenen İslâmın günümüzün sosyo-ekonomik olaylarını düzenleyebilmesi için insan yapısı yasalar gerekmektedir (Mehmet 1990; 35). Fakat, bu konuda dahi bir ortak görüş yoktur. Örneğin, Seyyid Kutub’a göre İslâmî ekonominin amacına ulaşması için modern yasalar gerekli iken, Mevdudi’ye göre İslâmın buna ihtiyacı yoktur (Mehmet 1990; 72). Bu yasalar İslâmî kurallara göre yapılabilir, ancak birden fazla İslâmiyet anlayışı olması da İslâmî ekonomik teorideki “çoğulculuğa” katkıda bulunmaktadır. Her İslâmî ekonomist bulunduğu ortama göre bu kaynaklardan değişik çıkarımlar yapmaktadır. İES anlayışları “saf” liberal serbest piyasa ekonomisinden devlet müdahalesinin oldukça yüksek olduğu “devletçi” ekonomiye kadar değişebiliyor. Tabiî hepsinin temelleri Kur’an’ın değişik okumalarında. Burada şunu söylemek mümkün: İslâm radikal popülist hareketlerin ideoloji kaynağı olabileceği gibi, eşitsizliğin olduğu ve varlıkların bazı ellerde toplandığı bir sistemi de mazur görebilir/gösterebilir. Bu konu üzerinde kayda değer ölçüde kafa yoran Choudhury’ye göre İslâmî ekonominin üç temel prensibi vardır: Tevhid ve Kardeşlik, Çalışma ve Verimlilik ve Gelir Dağılımında Eşitlik Prensibi.
Bu prensiplere dayanarak; ribanın (faizin) kaldırılması ve onun yerine mudaraba [kâr-(zarar) ortaklığı] mekanizmasının kullanılması/kurulması, israftan kaçınılması ve tüketimde ‘mütevazilik’ ve zekât kurumunun yerleştirilmesi, uygulanması gereken politikaların esasını oluşturmaktadır (bkz. Choudhury 1986; 9-18). Buradan hareketle herhangi bir İslâmî ekonominin üzerine inşâ edileceği üç ana temel olduğunu söyleyebiliriz: Kurallar (normlar), zekât ve kâr ortaklığı (faizsiz bir sistem). Bu temel prensiplere ek olarak devletin rolüne dair, aşağıda görüleceği gibi, değişik görüşler vardır ve belki de İslâmi ekonomiler aslında bu noktada farklılaşmaktadırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder