25 Temmuz 2019 Perşembe

İSLAMDA TAKİYYE VARMIDIR?


İSLAMDA TAKİYYE VARMIDIR?


TAKİYYE:Belirli veya gelecek bir tehlikeden korunmak amacıyla inancı saklamak ve gizlemek anlamındadır.(Sakınma,korunma,çekinme)

   Bahis konusu tehlikelerin başında canının tehlikede bulunması gelmektedir ve bütün mezhebler böyle bir durumda kişinin imanını ve inancını gizliyebileceği hususunu kabul etmektedirler.
   Bu konuda delil olarak anlatılan olay şudur: İslamiyetin ilk yıllarında Mekke'de müşrikler,genellikle fakir ve köle olan Müslümanlara karşı şiddete başvuruyor,işkenceye maruz bırakıyorlardı. Genç Ammar anne ve babasıyla birlikte işkenceye tabi tutulanlardandı.Annesi ve babası işkenceden ölmüş,Ammar uygulanan işkencelerden ölmüş,Ammar uygulanan işkencelerden birine dayanamayıp,müşriklerin,Hz.Peygamberi kötülediği takdirde canının bağışlanacağı teklifini kabul ederek kurtulmuştu.Duruma çok üzülen Ammar,Hz. Peygambere gelip,olup bitenleri nakletti.Hz.Peygamber ,Ammar'ın imanında hiç bir sarsılma olmadan böyle bir davranışta bulunduğunu öğrenince ona karşı hiç bir kırgınlık duymadıktan başka,yine böyle bir tehlike ile karşılaştığında aynı hareketi tekrarlayabileceğini bildirdi.

  Kur’an’da Al-i İmran Suresinin 28.ayeti de bu hususta delildir.

  “Müminler,inananları bırakıp,kâfirleri dost edinmesin.Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz.Ancak onlardan (gelebilecek bir tehlikeden)korunmanız başka.(Şerlerinden korunmak için dost gözükebilirsiniz)
 Allah sizi kendisin(in emirlerine karşı gelmek)den sakındırır.(Sakın hükümlerine aykırı davranarak,düşmanlarını dost tutarak O’nun gazabına uğramayın.Çünkü dönüş Allah’adır”
                                (AL-İ İMRAN S. 28.AYET)


 “İnandıktan sonra Allah’a nankörlük eden,kalbi imanla yatışmış olduğu halde(inkâra)zorlanan değil,fakat küfre göğüs açan(küfürle sevinç duyan) kimselere Allah’tan bir gazab iner ve onlar için büyük bir azab vardır”
                               (NAHL S. 106.AYET)


 AÇIKLAMA:(Elmalı Mealinden)Ancak o kâfirler tarafından gelmesi muhtemel olan ve çekinilmesi gereken herhangi bir zarardan korunmak için yaptığınız dostluk(takiyye)hariç.ALLAH size bu ruhsatı veriyor.
 İşaret yayınları. Ekim 2000. Hazırlayan: Ertuğrul Özalp. 
                         
                        “Takiyye ancak dilledir”
                       
                        (HADİS-İ ŞERİF –BUHARİ)



ELMALI TEFSİRİ. AL-İ İMRAN SURESİ 28-29-30.AYETLER



28-29-30-AYETLER: Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri kendilerine dost edinmesinler. Müminler iman hasletine küfür hasletini karıştıracak, müminlere şimdiki zamanda veya gelecekte zararı dokunacak, İslâm'a zarar verecek ve ters düşecek bir sûrette kâfirlerle dostluk ilişkilerine girmesin. Sevgisini, muhabbetini ve buğzunu hep ALLAH için yapsın. Bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak dört vecih nakledilmiştir:

1- Yahudilerden Haccac b. Amir, Kehmes b. Abdulhakik, Kays b. Zeyd, Ensardan bazılarına gizlice gelerek, dinlerini bozmak isterlerdi. Rifaa b. Münzir ve Abdurrahman b. Cübey ve Sa'd b. Hayseme (r. anhüm) bu müslümanlara, o yahudilerden sakınmalarını ve uzak durmalarını tavsiye ettiler. Onlar dinlemediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

2- Müslümanlardan Hatib b. Ebi Beltea gibi bazı zevat, Mekke kâfirlerine sevgi gösterisinde bulunuyorlardı. ALLAH Teâlâ bunu nehiy buyurdu, yasakladı.

3- Münafıkların başı Abdullah b. Übeyy ve adamları yahudilerle ve müşriklerle dost bulunuyor, onlara müslüman taraftan bilgi aktarıyor, havadis veriyorlardı. Resulullah aleyhine zafer arzu ediyorlardı. Müminler bundan men edildiler.

4- Ubade b. Samit hazretlerinin yahudilerden dostları vardı. Ahzab günü Hz. Peygamber'e gelerek, "Ey ALLAH'ın Resulü, benim yanımda beşyüz yahudi vardır. Benimle beraber harbe çıkmalarını istiyorum." demişti. Âyet bunun hakkında nazil oldu. İlh..

Bunu her kim yaparsa ALLAH'dan, ALLAH'ın dostluğundan ve yardımından hiçbir nasibi yoktur. Ancak onlar tarafından gelmesi beklenen ve sakınılması gereken her hangi bir zarardan korunmak için yaptığınız dostluk müstesnadır. Öyle durumlarda iş başka, yoksa müminler, hiç kimseye karşı iyi davranmaktan, adalet ve ihsandan menedilmiş değillerdir. Hukuka riâyet, ahitte sebat, ciddiyet, merhamet ve yardımseverlik aslında imanın gereği olan güzel huylardır. Güzel huy ise müminin şiarıdır. Fakat müminler, herşeyden önce din ve imanlarında samimi olmak zorundalar. ALLAH'dan başkasına nefsini teslim etmiyecek olan müminin, kendisini herhangi bir sebepten dolayı kâfirlerin dostluğuna kaptırması, imanına ve ciddiyetine aykırı olur. Bir kâfir, bir mümine dünyaları bağışlasa bile onun ne imanına, ne de din kardeşlerine en ufak bir zarar getirecek şeyi kabul ettirememelidir. Bir mümin de bunu bile bile yapmaz, fakat iyi niyetle gaflet edebilir, hüsnüzan ederek aldanabilir. Karşısındakine göre bilgisi, tecrübesi ve dünya işlerindeki haberi daha eksik olabilir. Farkında olmaksızın fena yollara sürüklenebilir, fena işlere bulaştırılabilir. Bunlar ise müminlerin yavaş yavaş kafirlere benzemelerine ve ilâhî nusretin de üzerlerinden eksilmesine sebep olabilir. "Her kim böyle yaparsa ALLAH'dan ilişiği kesilmiş olur". Bundan dolayı kesinlikle müminler, kâfirlerle içli dışlı olmaktan ve yakın dostluktan sakınmalıdırlar. Meğer ki, bütün bu gibi tehlikelerden korunabilecek bir vaziyette bulunsun ve korunabilsin, veyahut büyük bir zaruret, tehlike veya zor karşısında bulunsun. O zaman kalbinde imanına sahip olarak "takiyye" edebilir.


Rivâyet olunuyor ki, Müseylemetü'l-Kezzab, ashaptan iki kişiyi esir almıştı. Birine, "Muhammed'in ALLAH'ın resulü olduğuna şehadet eder misin?" diye sordu, o da "Evet, evet, evet" dedi. Sonra, "Benim de ALLAH'ın resulü olduğuma şehadet eder misin?" diye sordu, ona da "evet" dedi. Müseyleme kendisi için, "Ben Beni Hanif'in peygamberiyim, Muhammed Kureyş'in peygamberi" diye iddia ediyordu. Sorguya çektiği birinci esiri serbest bıraktı, öbürünü çağırdı, "Muhammed'in ALLAH'ın resulü olduğuna şehadet eder misin? diye sordu, o da "evet" dedi, "Benim resulullah olduğuma şehadet eder misin?" diye sorunca, "Ben dilsizim, ben dilsizim, ben dilsizim" dedi. Müseyleme de onu hemen öldürdü.

Bu haber Hz. Peygamber'e erişince, "O öldürülen imanındaki sadakat ve samimiyet üzere geçti, mübarek olsun; öbürüne gelince o da ALLAH'ın ruhsatını kullandı, bunda da bir zarar yoktur." buyurdu. Bu mânâ "Ancak zor karşısında kalıp da kalbi iman dolu olanlar müstesna..." (Nahl, 16/106.) âyetinde daha açıktır. Hafiyye vezninde takiyye canını, ırzını veya malını düşman şerrinden korumak için ondan sakınmak demektir. Düşmanlık da iki türlüdür. Birisi din ayrılığına dayanan düşmanlıktır ki, kâfirin mümine düşmanlığı gibi. Diğeri de mal, mülk, servet ve başa geçmek gibi dünyaya ait çıkarlardan doğan düşmanlıktır. Bundan dolayı takiyye dahi iki kısımdır. Bunların ayrıntıları, hangi hallerde caiz olup olmadıkları fıkıh ilminin alanına girer. Bunlar Razî ve Âlusî tefsirlerinde özetle bildirilmiştir. İşte korunmanın böyle çeşitli yönleri vardır. Ve kesin olan şudur ki; asıl korunma ALLAH'ın azabından korunmadır. ALLAH müminlere "Ancak onların zararlarından sakınmanız gereken durumlar başka..." şeklinde ruhsat vermekle birlikte "ALLAH size, asıl kendisinden korkmanız, çekinmeniz gerektiğini bildiriyor, son dönüş ALLAH'adır." diyerek de ikaz buyuruyor ki, hemen arkasından gelen şu iki âyet bunu açıklar.
Yahudiler "Biz ALLAH'ın oğulları ve sevgilileriyiz." (Mâide, 5/18) demişlerdi. Müşrikler de ALLAH'a muhabbetimizden dolayı bizi ALLAH'a iyice yaklaştırsınlar diye putlara tapıyoruz, demişlerdi (Zümer, 39/3). Necran heyetindekiler de, "Biz ALLAH'a sevgimizden dolayı İsa'yı tanrı tanıyoruz." demişlerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder