17 Kasım 2016 Perşembe

Müminin Ferasetinden Niçin Korkulur?



Müminin Ferasetinden Niçin Korkulur?


Müminin Ferasetinden Sakınınız!



Feraset, mü’minlere Allah’ın bir lutfudur. Ama nasıl mü’minlere? Hakk’ın yoluna gönül koymuş, haramlara gönlünü kapamış, hayatına ve hizmetine Hak rızasını koymuş gönül erlerine. Onları aldatmak pek zordur.

Düşünce ve tasavvurda zenginlik, muhakemede tutarlılık, varlığın perde arkasına muttali olma ve basiretli davranma diyebileceğimiz feraset; insanın, kalbini kin, nefret, iğbirar, nifak ve ucub gibi manevî hastalıklardan temizleyip, imân, marifet, muhabbet ve aşk u şevkle bezemesi sayesinde Allah’ın, onun içine attığı öyle bir nurdur ki, ona mazhar olan fert, ferdîleşir, duyuş ve sezişleriyle derinleşir; hatta başkalarının gönüllerindeki sırlara aşina olup, simaların arkasındaki gerçekleri görebilir.. ve tabiî, eşyanın perde arkasına uyanabildiği ölçüde, Hazret-i Allâmü’l-Guyûb’un parlak bir aynası haline gelebilir… Bu mânâdaki ferasete işaret sadedinde, gayb ve şehadetin fasih lisanı Rûh-i Seyyidi’l Enâm, 

“Mü’minin feraseti karşısında titreyin; zira o bakarken Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’an 15) buyurur.


Ebu Saidi’l-Harrâz: “Feraset ziyâsıyla temâşâ eden, Hak nazarıyla bakmış sayılır.” der.
Vâsıtî; “Feraset kalbte şimşek gibi çakıp, mukayyet bütün gayb âlemlerini aydınlatan ve insanoğlunu, topyekün varlığı, olduğu gibi görüp değerlendirme seviyesine yükselten ledünnî bir şuâdır.” tesbitinde bulunur.


Dârânî; “Feraset, nefsin derinliklerinin keşfi ve gaybın ayan, pinhânın da nihân olmasıdır.” yorumuyla yaklaşır konuya.

Şah-ı Kirmânî; “İnsan, haramlara karşı gözünü kapar, şehevânî duygulardan elini-eteğini çeker; iç dünyasını murakabe ile, dış âlemini de sünnet-i seniyyenin ihyasıyla onarır ve her zaman helal dairesinde kalabilirse, böyle biri ferasetinde asla yanılmaz.” hatırlatmasını yapar.
Bunların hemen hepsi de, imân sayesinde inkişaf eden ferasetlerdir.. ve bunlarda yanılma payı da oldukça azdır. Gördüren O ve gören gözler de O’ndansa niye yanılsınlar ki!..


Allah Rasûlü’nün, şahısları çok iyi tanıyıp, herkesi yerli yerinde istihdâmında, Rabb’inin O’na bu tür ihsanı söz konusu olduğu gibi, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin kerâmetvârî pek çok tesbit, teşhis ve takdirlerinde de aynı ikram-ı ilahî bahis mevzuudur.. 
Ve o hususlarla alâkalı ferasetleri ifade etmek için kocaman mücelletler ister.


FERASET İLAHİ HEDİYEDİR

Feraset, ister yukarıdaki tarif ve izahlar çerçevesinde kalbin, Hazret-i Allâmü’l-Guyûb’un ilim ve füyûzâtına açılması ve bu mazhariyete erenlerin, görüş, düşünce, karar ve hükümlerinde isabet kaydetmeleri şeklindeki yorumu ile; ister, bilgi birikimi, tecrübe, mümarese, sezi enginliği ve karakter bilgilerini değerlendirerek elde edilen neticeleriyle olsun, o tamamen bir mevhibe-i ilâhiyedir.. ve bu ilahî mevhibeden en çok hissemend olanlar da, hiç şüphesiz -derecesine göre- evliyâ, asfiyâ ve enbiyâdır. Bunlar arasında ufuk feraset ise, heykel-i akl-ı evvel Hazret-i Seyyidi’l-Enbiyadır ki; Allah: “Keskin nazar feraset erbabı için elbette bunda ibretler vardır” (Hicr, 75) beyanıyla, umum basiret, his ve idrak insanlarına işaret buyurmasına mukabil, “Dileseydik onları sana (oldukları gibi) gösteriverirdik de simalarından hepsini tanır ve hepsini konuşma üsluplarından anlardın” (Muhammed, 30) ferman-ı samedânisiyle o zirveler zirvesi Feraset insanının açık farkına îmâda bulunmaktadır…


Feraset ve iman

Feraset, hadiselere ve eşyaya iman nuruyla bakmak, perde arkasındaki gerçekleri görüp hissedebilmek demektir. Rabbimiz, “Ey iman edenler, eğer Allah’a karşı hep takva dairesi içinde bulunursanız, O size hakkı batıldan ayıracak bir kabiliyet (furkan) verir.” (Enfâl, 29) buyurmaktadır.


https://www.notdelisi.com/muminin-ferasetinden-sakininiz-22020/



Müminin ferasetinden sakının! Çünkü O,Allah‘ın nûru ile bakar.Hadisi


Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî 148. babında ve Hz.’Peygamber’in; “Mü’minin ferasetinden sakının! Çiinkü o, Allah ‘ın nûru ile bakar’ hadisi hakkında diyor ki:


"Resûl-i Ekrem bu hadisinde ferâset nûrunu Cenâb-ı Hakk’ın isimleri içinden yalnız ALLAH ismine bağlamıştır. Çünkü Allah ismi bütün isimlerin hükmünü câmîdir. Bu itibarla öğülen, yerilen şeyleri, saîdlik, şakilik hareketlerini keşfeder. Eğer Resül-i Ekrem (a.s.) ferâset nûrunu (Hamîd) ismine izafe etseydi, meselâ: ‘Hamîd’in nuru ile bakar’ deseydi, o zaman ferasetli mü’min ancak saîd, hayırlı ve makbul olanları görürdü.

Her kimin ki ferâseti Rabbânî alâmet ve nişanlar olursa, onun ferâseti hata etmez. Fakat fikrî ve felsefî esaslara dayanan kimselerin ferâseti böyle değildir. Meselâ: Onların; ‘Bir kimsenin buğday benizli ve gözlerin fazlaca mavi olması hayasızlığına, hıyanetine, aklının hafifliğine delildir,’ demeleri gibi… Çünkü bu söz, umûmî bir kaide değildir.

Şeyh-i Ekber bu konuda sözü uzatmış, hikmet-i ferâseti (morfoloji; insanın hâl ve evsafını vücut yapısından anlamak, kısacası sîreti sûrette seyrelemek) hakkında üç yaprak kadar tutan misaller vermiştir. İstersen oraya bak!

Kibrît-i Ahmer Abdulvehhâb Eş- ŞA’RANİ Sayfa: 117

İzmir İlâhiyat Vakfı Yayınları


http://muhyiddinarabi.com/futuhati-mekkiyyeden-secmeler/muminin-ferasetinden-sakinin-cunku-o-allah-in-nuru-ile-bakar-hadisi-hakkinda/

12 Kasım 2016 Cumartesi

Bid'atler dalâletmidir?



Bid'atler dalâletmidir?


Dinimizin emir ve yasaklarında yapılan her değişiklik,bid'attir, doğru yoldan ayrılmaktır. Bu konuda, İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:


“En mesût, en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı bir zamânda, unutulmuş sünnetlerden birini meydâna çıkaran ve yayılmış bid'atlerden birini yok eden kimsedir. Peygamber efendimizin zamânından uzaklaştıkça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için, bid'at yayılmaktadır. Bir kahramân lâzımdır ki, sünnete yardım edip, bid'ati durdursun. Bid'ati yaymak, dîn-i islâmı yıkmaktır. Bid'at çıkarana ve işleyenlere hürmet etmek, onları büyük bilmek, İslâmiyetin yok olmasına sebep olur. Hadîs-i şerîfte; (Bid'at işleyenlere büyük diyen, Müslümânlığı yıkmaya yardım etmiş olur) buyurulmuştur.


Bunun ne demek olduğunu iyi düşünmelidir. Bir sünneti meydâna çıkarmak ve bir bid'ati ortadan kaldırmak için, son gayretle çalışmak lâzımdır. Her zamân, hele Müslümânlığın çok zayıfladığı bu zamânda, İslâmiyeti kuvvetlendirmek için, sünnetleri yaymak ve bid'atleri yıkmak lâzımdır. Bid'atlerden bâzılarına, hasene yani güzel ismi verilmiştir.Mesela Kandil geceleri.Kandil gecelerine bid'at demekte doğru değildir.Çünkü bu gecelerde Kur'an okunur,yoğun bir şekilde ibadet edilir.Allah'ın emir ve yasakları çiğnenmez.Sünnetler ortadan kaldırılmaz.


Müslümânlığın zayıfladığı bu zamânda, selâmet bulmak, Cehennemden kurtulmak, sünnete yapışmakla; dîni yıkmak ise, nasıl olursa olsun, herhangi bir bid'ate kapılmakla olduğunu görüyorum. Bid'atlerin her birini, İslâm binâsını yıkan bir kazma gibi, sünnetleri ise, karanlık gecede yol gösteren, parlak yıldızlar gibi anlıyorum.


Eski zamânlarda, İslâmiyet kuvvetli olduğundan, bid'atlerin zulmeti belli olmuyordu ve belki de, o zulmetlerden bâzıları, İslâmiyetin her tarafı kaplayan kuvvetli ziyâsı arasında, parlak sanılıyordu. Bunun için, güzel deniliyordu. Hâlbuki, bu bid'atlerde de, hiçbir parlaklık ve güzellik yok idi. Şimdi ise, Müslümânlık zayıflamış, kâfirlerin âdetleri, hattâ kâfirlik alâmetleri, Müslümânlar arasına yerleşmiş, moda olmuş olduğundan, her bir bid'at, zararını göstermekte, kimsenin haberi olmadan, Müslümânlık sıyrılıp gitmektedir.


Zamânımızda bid'atler, dünyâyı kapladığından, karanlık bir gece gibi görünmektedir. Sünnetler çok azalmakta, nûrları da, bir karanlık gecede, tek tük uçan ateş böcekleri gibi parlamaktadır. Bid'at işlenmesi çoğaldıkça, gecenin karanlığı artmakta, sünnetin nûru azalmaktadır. Sünnetin işlenmesi ise, karanlığı azaltmakta, bu nûru çoğaltmaktadır. İsteyen, bid'at karanlığını çoğaltsın, istiyen de sünnetin nûrunu arttırsın. Şunu iyi biliniz ki, şeytân fırkasının sonu felâkettir. Allahü teâlânın fırkasında olan, saâdet-i ebediyyeye erecektir.”


Netice olarak, Peygamber efendimizin bir hadîs-i şerîflerinde buyurdukları gibi:


(Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itâ'at ediniz! Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zamân, benim ve halîfelerimin yolumuza sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir,doğru yoldan ayrılmaktır.)


10 Kasım 2016 Perşembe

BELÂ AĞIZDAN ÇIKAN SÖZE BAĞLIMIDIR?



BELÂ AĞIZDAN ÇIKAN SÖZE BAĞLIMIDIR?


Rivâyet olunur ki: Ya’kûb (a.s.) rü’yâda gördü ki, dağın başında Yûsuf (a.s.) sahrada iken on kurt Yûsuf (a.s.)’a hücum etti. Yûsuf (a.s.) aralarında kayboldu. O’nun için Ya’kûb (a.s.) O (a.s.)’ı kurt yemesinden korkarım dedi ve bu rü’yâyı görmekle beraber Yûsuf (a.s.)’ı kardeşlerine verdi.
Kazâ, takdir ile geldiğinde bâsiret görmez olur. Sahâbenin bâzısı dedi ki: Kişinin hasmına huccet, ipucu telkini muvâfık (uygun) değildir. Hazreti Yûsuf (a.s.)’ın kardeşleri kurdun insanı yemesini bilmiyorlardı. Fakat Ya’kûb (a.s.) kurt yemesinden korkarım diye hatırlarına getirip oğullarına ipucu telkin etmiş oldu.


Hadîs-i Şerîf’te “Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır.” (Kesfü’l-Hafâ) buyurulmustur.


Hikâye olunur ki: Lügat imâmlarından İbnü’s-Sekît, Halîfe Mütevekkil ile otururken Mütevekkil’in iki oğlu Mu’tez ile Müeyyed gelince Mütevekkil O’na dedi ki:
Benim iki oğlumu mu seviyorsun, yoksa Hasan (r.a.) ile Hüseyin (r.a.)’ı mı? Bunu işitince İmâm dedi ki:
Vallâhi, muhakkak Hz. Alî (r.a.)’in hizmetçisi Kanber benim nazarımda senden de iki oğlundan da daha hayırlıdır.
Bunun üzerine Mütevekkil adamlarına:
Dilini kafasından kesip ayırın, dedi. İbnü’s-Sekît’in dilini kestiler ve o gece öldü.


Şaşılacak hâl şu ki: Hoca İbnü-s-Sekît’in bu hâl başına gelmezden evvel Mütevekkil’in oğlu Mu’tez ile Müeyyed’e asağıdaki beyti ta’lim edip öğretmek istemiş:


“İnsan dilinin sürçmesinden dolayı uğrayabileceği musîbete ayağının sürçmesi ile uğramaz. Zîrâ insânın sözü başını götürebilir. Hâlbuki ayağının sürçmesinden hâsıl olan yarası zamanla iyi olur.”

(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoglu (k.s.), Hz. Yûsuf (a.s.), s. 33-34)

8 Safer 1438, Mevlâna Takvimi