25 Mayıs 2014 Pazar

TEVEKKÜL NEDİR?

 
TEVEKKÜL NEDİR?

 
 
"ÖNCE TEDBİR AL,SONRA TEVEKKÜL ET"
 


 Hz. Enes (r.a.) rivayet ediyor: "Bir sahâbî Allah'ın Resûlü'ne (s.a.v.) (tevekkül konusunda) şöyle sordu:...
- Ey Allah'ın Resûlü! Devemi bağlayıpta mı (Allah'a) tevekkül edeyim,yoksa onu bağlamadan salıp da mı tevekkülde bulunayım.
Yüce Peygamber buyurdu:
- Onu bağlayıp da tevekkül et."1


 Tevekkül nedir?


 Yaradanımızın açıklamasına göre insan zayıf yaratılmış bir varlık olduğu için güven duygusuna muhtaçtır.

 Allah'a güven; tevekkül ise aklın ve îmanın gereğidir.



a- Evreni, dünyayı, insanları, bitkileri, hayvanları yaratan ve yaşatan Allah'tır. Güven kaynağı olarak görülen varlıkları halkeden, dilediğini, istediği an, arzuladığı şekilde gerçekleştirmeye gücü yeten de yalnız O'dur:

 

Gerçek bu olduğu için olgun akıl Allah'a güvenle mutlu olabilir.
Kur'ân-ı Kerîm bu aklî gerekçelere değinerek Allah'a tevekkül olunmasını şöylece emretmektedir: "Ölümsüz, diri olan Allah'a güven..."
"(Evet,) mutlak gârip ve merhametli olan Allah'a dayan..."
"(Çünkü) O, doğunun ve batının (tüm evrenin) Rabb'idir. Ondan başka tapınılacak mabud yoktur. Onu, (yalnız O'nu) güven kaynağı edin."
"Allah kuluna yetmez mi?... (Elbette yeter.)"
"... Her kim Allah'a güvenirse O, ona yeter.*



b- Allah'a güven, O'na îmanın zarûri bir sonucudur. Çünkü inançlı kişi Allah'a, varlığını kendinden alan, bilen, işiten, gören, sebeb-netice kanunlarını koyan, bir olan ve benzeri bulunmayan, gücü sınırsız ve rahmeti sonsuz bir Rab olarak inanır.
Allah'a bu ölçüler içinde inanan bir mü'minin ancak ve ancak O'na güven duyması inancının tabîi bir gereğidir.


Kur'ân-ı Kerîm'in Yûnus sûresinin 84. âyetinde bu gerçeğe şöylece işaret buyurulmaktadır: "... Eğer Allah'a inandıysanız ve gerçekten (O'na) teslîm olan insanlar iseniz O'na dayanıp-güvenin."
Allah'a güven, şüphesiz O'nun koyduğu sebeb-netice kânunları çerçevesinde olacaktır. Bir sonraki hadîste açıklanacağı üzer istisnası olmakla beraber genel kaide budur.
Allah'a güven Allah'ın koyduğu sebeb netice kanunlarının reddini, sebeblere bağlılığın terkini gerektirmez. Zira O'na güvenmek, koyduğu sebeb-netice kanunlarına göre lütfunu talep etmek şeklinde olacaktır. Bunun içindir ki Peygamber'imiz "Deveni önce bağla, sonra tevekkül et." buyurmuştur.
 

Kaldı ki materyalistlerin bilinç dışına iterek çözümlediklerini zannettikleri gibi sebebleri oluşturmak, netîceyi sağlamak değildir. Zira, Allah'ın takdîri ile neticeler daima sebeblere dayalı ise de, Allah dilemedikçe sebebler neticeleri doğurmaz. Allah'ın yaratıcı gücünü kabul etmedikçe hiçbir netice görünür sebebi ile açıklanamaz. Açıklanabileceği iddiası akıl dışıdır.
Meselâ; insanın yaratılması için ana rahminde bir hücrenin döllenmesi sebebi zaruridir. Ancak döllenmiş bir hücreyi yalnız beyninde milyarları aşkın hücre bulunan insan neticesine yaratıcı sebeb görmek akıl dışıdır.


Bunun akıl işi olabilmesi için bir tek hücreyi trilyonlarca hücreye ulaştıran Allah'a ve onun ilk hücre üzerindeki yapıcı kudretine inanmak lazımdır.
Şimdi, sebeb-netice kanunlarını koyan ve yaşatan Allah'a inanmadığı halde, sebeblerin neticelere nasıl ve hangi güçle götürülebileceği gerçeğini düşünmeksizin ferdî ve sosyal faâliyetlerini, ilmi çalışmalarını, sebeb-netice ilişkisinin zarûriliği temeline dayayan materyalist insan, bâtıl inancı ile uygulaması çatışan muhteşem bir budala değil de nedir?
Evet, Allah'a güven aklın ve îmanın gereğidir. Sebeblere bağlanarak Allah'a güvenmek ise geleceğe huzurlu ve ümitli bir atılımdır. O halde, "...Güvenecekler Allah'a güvensinler."
"... O ne güzel vekildir."*


 Allah'a güvenenler azabsız Cennet'e girecektir


 Abdullah İbn-ü Abbas (r.a.) anlatıyor:

 Allah'ın Resûlü buyurdu: "Geçmiş Ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm, yanında yedi-sekiz, bilemedin on mü'min vardı. Peygamber gördüm, yanında bir-iki (inanmış) adam vardı. Yanında hiçbir bağlısı bulunmayan Peygamber de gördüm. Bana büyük bir topluluk da gösterildi. Onları benim ümmetim zannettim. Fakat bana, onlar Musa ve O'nun ümmetidir, sen (şu) ufka bak, buyruldu.

 Baktım ki büyük (mü büyük) bir topluluk. Bana öteki ufka da bak, denildi. (Baktım,) orada da pek büyük bir topluluk vardı. (Baktırıldıktan sonra da;) işte bunlar senin ümmetindir, onların arasında yetmiş bin (kişi) vardır ki onlar muhakeme edilmeksizin ve azaba uğratılmaksızın Cennet'e girecektir, buyruldu.
Allah'ın Resûlü bu açıklamasından sonra kalktı, evine girdi.


Sahâbîler de "muhakeme edilmeksizin ve azaba uğratılmaksızın Cennet'e girecek kişiler hakkında görüş ileri sür(meye başladı)lar.

Bir kısmı şöyle dediler; Onlar Allah'ın Resûlü'ne yaran olanlar olabilir, bir diğer kısmı da, onlar İslâm'ın (hükümran olduğu) dönemde doğup da (hiçbir ilke, kurum ve varlığı) Allah'a ortak koşmamış olanlar olabilir, dediler. (Benzer) görüşler de serd ettiler.

 Bu sırada Allah'ın Resûlü onlara doğru geldi ve sordu:

- Görüşler ileri sürdüğünüz meseleniz nedir?

 Sahâbîler durumu O'na arzettiler. O da (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Onlar, okuyarak tedavi etmeyen, okunarak tedavi olunmasını istemeyen, (yaralarını) dağlatmayan, uğurluluk ve uğursuzluk inancına kapılmayan ancak ve ancak Rablerine güvenenlerdir.
Allah'ın Resûlü bu açıklamasını yapınca sahabîlerden Ukkaşe (r.a.) ayağa kalktı ve:
- Beni onlardan kılması için Allah'a duâ ediniz, ricasında bulundu. Allah'ın Resûlü; sen onlardansın, buyurdu.

 Sonra bir diğer sahabî de ayağa kalktı ve o da: - Beni de onlardan kılması için Allah'a duâ ediniz, istirhamında bulundu. Allah'ın Resûlü (ona): - Ukkâşe seni geçti, buyurmakla yetindi."2


 Allah koyduğu kanunlara uymaya mecbur değildir.


 Bu hadîs Allah'a tevekkülün ancak îman mantığıyla kavranabilecek ve Allah'a yakınlık sırrına ermiş azın azı kullarca yaşanabilecek özüne yöneltmektedir.

 Evet, bir önceki hadîste açıklandığı üzere Allah neticeleri sebeblere bağlı kıldığı için O'na güvenmenin genel yolu sebeblere dayanarak O'na yönelmektir. Ancak doğrudan yönelmeye de bir mani yoktur. Çünkü Allah koyduğu sebeb-netîce kanunlarına uymaya mecbûr değildir.
O, arı bir gönül ve coşkulu bir kalple kendisine sığınan kulları için, isterse sebeblerle netîceleri beraber yaratabilir. Kulun dileğini yeter sebeb kılarak rahmet saçan netîceleri yağdırabilir. Çünkü O dilediğini yapıcı bir Rab'dir.

 Ne varki hadîsimizdeki müşahhas örnekte görüldüğü üzere manevî ve maddî tedâvi sebeblerine baş vurmaksızın ve uğurluluk ve uğursuzluk inancı gibi varlıklarda müessir güç tanıyıcı bir yüzeyselliğe düşmeksizin doğrudan Allah'a dayanmak, kullukta merhaleler aşmış ve aldığı ilhamlarla aracısız istemek gücüne erdiğini sezmiş kullara hastır.

 Bu tür güven yolu her kişi için değil de er kişi için olduğundan ötürüdür ki Kıyamet Günü'ne kadar sayıları milyarları aşacak mü'minler arasında bu er kişilerin adedi çokluktan kinaye olan yetmiş binle ifade olunmuştur.

 Açıklamamızı tevekkülün bu gerçek nevine işaret edici bir hadîsle bitirelim: "Eğer siz Allah'a hakkıyla güvenebilseydiniz sabahları aç karınla çıkıp da akşamları tok karınla dönen kuşların rızıklandırıldıkları gibi siz de rızıklandırılırdınız."*



* Diğer âyetler için bak. Ahzab 3, Teğabûn 13, Talak 3.
1 Tirmizî Kıyame 61, et-Tac 5/205
** Nisa 28.
* Furkan 58, Şuara 217, Muzzemmil 9, Zümer 36, Talak 3.
* İbrahim 12, Âl-i İmran 173.
2 M. İ. Kesîr Âl-i İmran 110, Müslim Îmân 374, Buhârî Rikak 50.
* Et-Tac 5/205, Tirmizî Zühd 33, İ. Mace Zühd 14
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder