30 Aralık 2013 Pazartesi

MÜBAHALE AYETİ VARMI? PEYGAMBERİMİZ MÜBAHALE YAPMIŞMIDIR?

 

MÜBAHALE AYETİ VARMI? PEYGAMBERİMİZ MÜBAHALE YAPMIŞMIDIR?

MÜBAHALE AYETİ



 
Mübahele Ayeti (Arapça: آية المباهلة), Âl-i İmrân Suresi'nin 61. ayetidir. Mübahele, kelime anlamı olarak "karşılıklı beddua etme" demektir.



 Ayet şöyledir:


 Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.



 Ayetle ilgili rivayetler



 Rivayetlere göre İslam peygamberi Hz.Muhammed(s.a.v), Necran Hıristiyan'larını İslam'a davet ettmiş, onlar da âlimleri yanlarında olarak yaklaşık 70 kişi ile Medine'ye gelmişlerdir.Amaçlarının Hz.Muhammed(s.a.v), 'in söylediklerinin doğruluğu husunda Hz.Muhammed(s.a.v),  ile tartışmak olduğu ifade edilen gurup ile yapılan tartışmalarda Muhammedin, Nasranîler'i, onların dini kitaplarında "kendisinin geleceğine dair" alametleri göstererek yenilgiye uğrattığı rivayet edilir.


 Rivayetlere göre Nasranîler de zaten böyle bir bekleyiş içinde idiler. Onların inanışına göre de, gelecek olan peygamber(s.a.v),  deveye binerek (Mekke’de bulunan) Faran dağlarından zahir olacak,İyr ve Uhud (Medine’de) arasında hicret edecektir.Tartışmaların anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine "Sana gelen bunca ilimden sonra, yine de bu hususta seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi ve nefsinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım." Şeklindeki ayetin indirildiğine inanılır.


 Bunun üzerine Hz.Muhammedin(s.a.v),doğrunun yalancıdan ayırt edilmesi için Nasranî’lere mübahele (karşılıklı beddua) yapma önerisinde bulunmuş, öneri kabul edilerek ertesi gün buluşmak üzere anlaşılmıştır.


 Mübahele Günü


 Anlatıldığına göre ertesi gün Necranlılar Medine’nin çıkışında, Hz.Muhammed(s.a.v), 'in çok büyük ve kalabalık bir toplulukla onları yıldırmak ve korkutmak için geleceğini bekliyorlardı. Ancak Hz.Muhammed(s.a.v),sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın ve ön tarafında ise iki çocuk olduğu bir halde sadece beş kişiyle gelerek necranlıların karsısına çıkmıştır.
 
Necranlıların alimi Oskof, mütercimlerden Hz.Muhammed(s.a.v),ile gelenlerin kim olduklarını sordu."O genç, O’nun damadı ve amcası oğlu Ali bin Ebu Talib’tir, O kadın O’nun kızı Fatıma Zehra’dır, O iki çocuk ise O’nun torunları ve kızının evlatları olan Hasan bin Ali ve Hüseyin bin Ali’dir.”demeleri üzerine Oskof "Bakınız Hz.Muhammed(s.a.v), nasıl da mutmain bir halde en yakınlarını, evlatlarını ve en çok sevdiği azizlerini mübahaleye getirip onları belaya maruz bıraktı. Allah’a and olsun ki, eğer O’nun tereddüt veya korkusu olsaydı, asla onları getirmez ve mübaheleden vazgeçerdi veya en azından ailesinden olan azizlerini bu hadiseden uzak tutardı. O’nunla mübahele yapmamız, kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri’sinden korkmasaydım ona iman ederdim. Öyleyse O’nun isteklerini kabullenerek O’nunla anlaşıp kendi şehrimize dönelim." demiştir.

 Bunun üzerine mübaheleden vazgeçilerek anlaşma yoluna gidilmiştir.

Anlaşma


 Barış anlaşması Ali bin Ebu Talib’in eli ile yazıldı. Evrafi kumaşlarından, her kumaşın kıymeti kırk dirhem olmak şartıyla iki bin kumaş,bin mıskal altın ve bunların yarısının yani bin kumaş ve beş yüz mıskal altının Muharrem ayında ve diğer yarısının da Recep ayında verilmesinin gerekliliği yazıldıktan sonra her iki taraf da imzaladı.
 
 
 
 
 
 

HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-2



 HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-2

 

70 hafız sahabenin şehit edilmesi ve Peygamberimizin(s.a.v) bedduası

Necid'deki en kalabalık kabilelere reislik eden Ebu Bera, hicretin 4. senesinde Medine'ye gelerek Resûl-i Ekrem Efendimize (sas) teminatlı bir teklifte bulundu:



 - Ashab
ının seçkin hafızlarını emrim altında bulunan kabilelere gönder, Kur'an okusunlar, putperestlikten kurtarıp İslam'a ısındırsınlar!.. Ebu Bera, Efendimiz'in isteği üzerine yerine vekil olarak bıraktığı Amir bin Tufeyl'e hitaben yazdığı bir mektubu da hizmet için gidecek olan kafilenin başkanına verilmesini istedi.

Efendimiz (sas) Hazretleri İslam'a hizmet için her türlü fedakarlığa hazır olan Ashab-ı Suffa'dan yetmiş kadar seçkin adanmış ruhlardan oluşan tebliğ heyetini Medine dışına kadar uğurlayarak özel bir ilgi gösterirken, kalbinde bir eziklik ve şüphe de hissediyordu. 'Acaba, reis Ebu Bera'nın bu mektubu bir hile olabilir mi, kabiledeki vekilince dikkate alınmaz da ashabıma bir ihanette bulunmaları söz konusu olabilir mi?' diye muhtemel bir terörden endişe duyuyordu.

Kumlu çöllerin kavurucu sıcağına rağmen yollarına Kur'an okuyup salavatlar getirerek aşk ve şevkle devam eden bu seçkin hafızlar kafilesi, nihayet yaklaştıkları kabilenin yakınındaki Maun kuyusu başında mola vererek namaz için abdest hazırlığına başladılar. Bu sırada getirdikleri mektubu da Haram bin Milhan'la reis vekiline gönderdiler.

Ancak insani niyet ve duygudan tümüyle yoksun reis vekili Amir bin Tufeyl, hiddetlenerek mektubu getiren Haram bin Milhan'ı hemen orada çektiği kılıcıyla hunharca şehit etmekten çekinmedi.

Bu yaptığının doğru olmadığını, reislerinin verdiği sözünü tutmaları gerektiğini söyleyen yanındaki kabile mensuplarına da:

- Siz gelmezseniz gelmeyin, Lat ve Uzza'nın sadık kulları olan diğer kabile mensuplarıyla gider, onlara hadlerini bildiririm, diyerek öteki aşiretlere doğru adam toplamak üzere atını öfkeyle sürdü.

Beri tarafta sıcak kumların üzerinde huşu içerisinde namazlarını kılan masum hizmet cemaati, uzaktan bir toz bulutunun kendilerine doğru geldiğini fark ettiler. Birkaç saniye içinde yaklaşan bu toz dumanın içinden silahlı müşriklerin bağrıştıklarını duydular:

- Teslim olun!..

-Biz savaşmak için gelmedik ki teslim olalım, size Kur'an okumak için geldik, bir ısrar ve isteğimiz de yoktur, karşılığını verdilerse de, makul sözleri dinleyecek vicdana da şuura da sahip değillerdi bu vahşi teröristler.

Cinayet niyetiyle yola çıkmış bu gözü dönmüş müşriklere karşı bir avuç eğitim ve öğretim görevlisi adanmış ruhlar, mukavemet edecek durumda da değillerdi. Kısa zamanda şehadet şerbetini içerek secde ettikleri sıcak kumların üzerine kılıç darbeleriyle serildiler. Son nefesini verenlerden duyulan ortak cümle hep aynı oluyordu:

-Füztü ve Rabbil'-Kabeti!.. Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki biz kazandık!..

Evet, şehitler hep kazanırdı. Burada da öyle oldu. Masum şehitler yine kazandı. Bu sırada yaralılar arasında hayatta kalan tek kişi ayağa kalkarak güç bela binebildiği bir deveyle yola çıkıp Resulullah (sas) Hazretleri'ne ulaşarak hıçkırıklar içinde uğradıkları ihaneti anlattı.

Ashabının seçilmişlerinin masumca bir eğitim ve öğretim hizmeti için gittikleri yerde kalleşçe ihanete uğrayıp kılıçtan geçirilişlerini derin bir üzüntü içinde dinleyen Allah Resulü:

- Bu Ebu Bera'nın işidir. Zaten pek emin değildim.. diyerek tam kırk gün sabah namazlarını müteakip müşrik teröristler için beddua etti. Sabah namazının farzının son rekatında zalimlerin cezalarını bulmaları için Efendimiz'in yaptığı bu duygulu duası çok geçmeden etkisini gösterdi.

Kabilelerin çevrelerini kasıp kavuran şiddetli bir kuraklık sonucu hepsi de açlık, susuzluk ve salgın hastalıklardan kıvranarak can verirken, cinayetlerinin cezasını çektiklerini anlayanlar bin pişman oldular; ama bu pişmanlığın hiçbir faydası olmadı. Böylece dillerde tekrar edilen söz yine aynı oluyordu:

- Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki, şehitler kazandı!..

Ağlayanlar ise boşa ağlar, ciğerlerini boşa dağlarlar. Çünkü şehitler ağlanacak halde değil, imrenilecek makamdalar.


Ahmet Şahin

http://www.zaman.com.tr/ahmet-sahin/70-hafiz-sahabe-nasil-bir-ihanetle-sehit-edildi_1194899.html
 
 
 

HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-1

 
 
 
HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-1


HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI-1

 


"Peygamberimiz, azılı İslâm düşmanlarından Ebû Cehil, Ümeyye ibn Halef ve benzerlerinin de içinde bulunduğu yedi kişiye beddua etmiş, bu kişilerin hepsi de Bedir Savaşı'nda öldürülmüş, böylece Hz. Peygamber'in bedduası yerini bulmuştur.

(Ahmed, I, 393, 397)


 

Hicretin 4. yılında Adal ve Karel kabilelerinden altı-yedi kişilik bir heyet Medine'ye gelmiş, Müslüman olduklarını bildirip Hz. Peygamberden kavimleri için İslam davetçisi istemişlerdi. Bu istek üzerine Peygamberimiz 10 kişilik bir davetçi grubunu görevlendirip onlara gönderir. Davetçiler Reci' denilen yerde yüze yakın okçu tarafından pusuya düşürülür, altısı şehid edilir, dördü de esir edilir. Esirlerden ikisi yolda şehid edilir, ikisi de Mekke müşriklerine satılır. Onlar da hunharca Mekke'de şehid edilir.


Onlardan Hz. Hubeyb şehid edilirken şöyle beddua ettmiştir: "Allahım, o müşriklerin hepsini kahret, onların topluluklarını dağıt perişan et! Onların birer birer canlarını al ve onlardan hiç birini sağ bırakma!"

(Bkz. Asım Köksal, İslam Tarihi, XI, 14-30)


 

Yine aynı yıl Âmir oğullarından Ebû Berâ'nın isteği üzere Peygamberimiz ashabından kırk seçkin kişiyi davetçi olarak gönderir. Davetçiler, Bi'r-i Maûne denilen yerde kuşatılır ve hunharca şehid edilirler.


Bu iki olay üzerine son derece üzülen ve acılara garkolan Peygamberimiz, sabah namazının birinci rekatında rukudan doğrulduktan sonra şöyle beddua etmiş ve bu uygulamasını bir ay kadar sürdürmüş, cemaat de âmin demiştir:


"Ey Allah! Mudar kabilelerini şiddetle tepele!


Ey Allah! Onların yıllarını, Yusuf peygamberin kıtlık yılları gibi çetin yap, dünyayı başlarına dar et!


Ey Allah! Onları sana havale ediyorum. Allahım, onlara lanet et! Çünkü onlar, Allah ve Rasülüne karşı geldiler!"


(Bkz. Asım Köksal, İslam Tarihi, XI, 33-52)



 

Hendek savaşının zor anlarında Peygamberimiz müşriklere şöyle beddua etmiştir:

"Onlar, nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi ikindi namazından alıkoymuşlarsa; Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!"

(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai)

 


 

 

4 Aralık 2013 Çarşamba

ALLAH NİYE BİZ VE O DİYOR?



ALLAH NİYE BİZ VE O DİYOR?

 


Ateist diyor ki:


Sual: “Kur’an çelişkilerle doludur, Allah kelamı olsa, bir yerde ben, bir yerde biz, bir yerde o diye söylemez. Mesela Fatiha’da alemlerin rabbi diye üçüncü şahıs olarak söylüyor.”


CEVAP


Bu ateistin ifadeleri, din düşmanlığının yanında, kendi cahilliğini sergilemektedir. Fatiha bir duadır. Müminlerin nasıl dua etmesi gerektiği bildirilmektedir. Meali şöyledir:



Âlemlerin rabbi, ceza gününün tek sahibi, rahman ve rahim olan Allah’a hamd olsun. Ey rabbimiz, sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi nimet verdiğin kimselerin doğru yoluna ilet, gazaba uğrayanlarla sapıtanların yolundan uzak tut.




Kur’anda ben, biz, o gibi ifadelerin kullanılışı hakkında İsmail Hakkı Bursevi hazretleri buyuruyor ki:



Sultanların dört türlü konuşma tarzı vardır:


1- Ben yaptım der. 2- Biz yaptık der. 3- Kendinden bahsetmeden (Şunlar emredildi) der. 4- Yalnız unvanı ile (Sultanınız size şunu emretti, şunlar size yasak kılındı) der. Üçüncü şahıs olarak, o diye de bildirir.



Allahü teâlânın, bazen ben, bazen biz demesi, halkın aşina olduğu sultanlara mahsus bir hitap tarzıdır. O, sultanlar sultanıdır. Yukarıdaki gibi dört tarzla da hitap etmiştir. Kur’an-ı kerimden üçer örnek verelim:




1- Ben dediğine örnekler:



Yalnız benden korkun. (Bekara 40)

Ben tevbe edenin tevbesini kabul ederim. (Bekara 160)

Kullarım beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, onlara yakınım. Benden isteyenin, bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bekara 186)




2- Biz dediğine örnekler:



Biz şükredenlerin mükafatını vereceğiz. (Al-i İmran 145) Biz kâfirler için perişan edici bir azap hazırladık. (Nisa 37)

Biz Cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık. (İsra 8)




3- Kendinden bahsetmeden verdiği emirlere örnekler:



Oruç size farz kılındı. (Bekara 183)

Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. (Nisa 24)

Namaz, müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır. (Nisa 103)



4- Üçüncü şahıs olarak bildirdiğine örnekler:


Allah ki sizi yarattı. (Rum 40)


O Rab ki, yeri sizin için bir zemin, göğü de bir tavan yaptı. (Bakara 22)

O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. (B
akara 29)




Allahü teâlânın Ben demesi yüce zatına göre, Biz demesi, isim ve sıfatlarına göredir. İsim ve sıfatlarının çokluğu zatının birliğine zıt değildir. Çünkü isim ve sıfatların hepsi, zata aittir.


(Ruh-ul-beyan c.1, s.37)


http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3038