28 Kasım 2013 Perşembe

HADİSLERE GÖRE AHİR ZAMANDA NELER OLACAK?



 
 
 HADİSLERE GÖRE AHİR ZAMANDA NELER OLACAK?



Halkın içinden asaletsiz,şerefsiz, haysiyetsiz insanlar milletin başına geçecekler. Yani ayak takımı başa, baştakiler ayak altına alınacak.

"Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz." (Mecmau'z-Zevâid)

"Siz ne halde iseniz, başınıza o halde idareciler gelir." (Deylemî)

Ve onlardan her kötülüğü bekleyin. Çünkü bu kötülüğü başta siz yaptınız. Ki Allah-u Teâlâ böylelerini başınıza verdi.

“… O dönemde yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak, hain adama güvenilecek, güvenilir adam hainlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda adam söz sahibi olacaktır. (Rüveybıda nedir? Sorusunu: Önemsiz, bilgisi kıt adam, diye cevapladı).” (Sünen-i İbn-i Mace)



“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hâinlere güvenilecek.İnsanlardan şâhidlik etmeleri istenmediği halde şâhidlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler,” (Taberâni, XXIII, 314)

"Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir." (Müslim: 2923)

Hadis-i şerif'i rivayet eden Câbir -radiyallahu anh-:"Onlardan korunuverin!" buyurmuştur.

İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.

Ebu Zerr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Sizin, benden sonra şu devlet malının kökünü kazıyacak olan imamlara (yöneticilere) karşı durumunuz ne olacak?" diye sordu.

Ben: "Seni hak ile gönderen Zât'a yemin ederim ki kılıcımı omuzuma takıp, sana ulaşıncaya kadar onunla savaşacağım!" dedim.

Buyurdu ki:

"Sana bundan daha hayırlısını söyleyeyim mi?Bana ulaşıncaya kadar sabredersin." (Ebu Dâvud)

 

Fâsıklar toplumun efendisi hâline gelecek,

İş ehil olmayanlara verilecek,

Emanet kelepir kabul edilecek,

 

Abdurrahman bin Amr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Yağmurun çoğalıp bitkinin az olması, Kur'an okuyanların çok fakihlerin az olması, idarecilerin çok, güvenilir olanlarının ise az olması kıyametin yaklaştığının delillerindendir." (Câmiu's-sağîr: 8234)

Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat, gaflet ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah'a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.

Demek oluyor ki; insanlar, yaratıcı ve yaşatıcı olan Allah-u Teâlâ'dan, O'nun emir ve nehiylerinden ayrıldıkları zaman, onlara hakettikleri ceza olarak başlarına zâlim idareci veriyor. Onlar da en şiddetli azap ile halka zulmederler.

İşlerin Ehliyetli Olmayanlara Verilmesi:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanındaki cemaate konuşurken bir kimse gelerek:

'Yâ Resulellah! Kıyamet ne zaman kopacak?' diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiğinde:

"Sual sahibi nerede?" dedi.

O kimse:

'İşte buradayım yâ Resulellah!' karşılığını verdi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"Emanet zâyi edildiği vakit kıyameti bekle!" buyurdu.

O kimse yine:

'Emanet nasıl zâyi edilir?' diye sordu.

"İş ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekle!" buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 54)

İşte şimdi tam o zaman.

Üzerine aldığı iş hakkında hiç ilgisi bilgisi olmadığı halde o işin başına geçiriliyor.

Yani daha doğrusu işe adam aranmıyor da, nâehil olduğu halde adama iş veriliyor.

 

 
Abdullah ibn-i Ömer -radıyallâhu anh- tarafından rivayet edilmiştir.

Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve elem- bize yönelerek şöyle buyurdu:

“Ey Muhacirler cemâati!

Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olacağınız zaman Ben sizlerin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım. Onlar şunlardır:

1- Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip-geçmiş milletlerde vuku bulmamış hastalıklar yayılır.

2- Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılırlar.

3- Mallarının zekâtını vermekten kaçan her millet mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezası ile cezalandırılır) ve hayvanları olmasa (Allâh hayvanlara acımasa) onlara yağmur yağdırmaz.

4- Allâh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlün sünnetini terk eden her milletin başına mutlaka Allâh kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindeki-avucundakilerin bir kısmını alır.

5- İmamları (yâni devlet adamları) Allâh’ın Kitabı ile amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe Allâh onların hesabını kendi aralarında görür.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22)

 

Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek:

“-Ey Allah’ın Rasûlü! Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Sallallâhu aleyhi ve sellem- konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit:

“-Sual sâhibi nerede?” buyurdular. Adam:

“-İşte buradayım ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“-Emanet zâyi edildiği vakit Kıyameti bekleyin!” buyurdular. Adam:

“-Emanet nasıl zâyi edilir?” diye sordu. Efendimiz:

“-İş, ehil olmayana tevdi edildi mi Kıyamet’i bekleyin!” buyurdular.” (Buhari, İlm 2, Rikâk 35)

"Yüksek yüksek binalar inşa edilmedikçe… kıyamet kopmaz."268

"Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… Yüksek binalar yapmada insanlar birbirleriyle yarışacak."269

 

Bu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır…

Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.270




 

26 Kasım 2013 Salı

Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir?



Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir?


 
Müslümanların yönteminde tarih boyunca gayrimüslimler hür olarak yaşamışlar. Hz. Ömer'in Kudüs'te kilisede namaz kılmak istemesi gözönüne alınarak,Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir? Hangi dini nasa binaen bu değişiklik yapılmıştır?


İslâm devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitâba ait ma'bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslâm hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün ma'bedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. İstanbul'u Allah'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultân Mehmed, Ayasofya'yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder.


Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih'e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma'bedlerine karşı İstanbul'un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir.


Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultân Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti anlayışı oluğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebüssuud Efendi, verdiği bir fetvâda vuzuha kavuşturmaktadır. Bu fetvânın aslı aynen şöyledir:


“Merhûm Sultân Muhammed Hân hazretleri, Mahmiye-i İstanbul'u ve etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan unveten (cebr ile) fetihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delâlet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultân Muhammed Hân ile ittifak edüb Tekfur'a nusret etmeyecek olub Sultân Muhammed dahi anları seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenâsi-i kadîme hali üzere kalmıştır. Ketebehu Ebüssuud”.


Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de doğrulamaktadır. Fâtih Sultân Mehmed, 23 Mayıs’da İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: İlk umumi hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan İmparator da kabul etmelidir. Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, İslâm Hukukunun kuralları gereği, can ve mala aslâ zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. Maalesef bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır. Ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve İstanbul surlarını yıkmaması, Fâtih’in bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır.


 Görülüyor ki, Fâtih Sultân Mehmed'in Sırbistan'da tatbik edeceğini va'd ettiği “Her caminin yanında birer kilise inşasına müsaade” durumu, İstanbul'da da tatbik olunmuştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini göstermiyor mu? Edirnekapı Caddesinin son kısmında yer alan Mihrimah Sultân Camii'nin hemen karşısında bir Rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerinden değil midir?


İstanbul’un harap edilmesi iddiası da doğru değildir. Buna ayrıntılı cevap vermek yerine, İstanbul’un fethini geçen bin yılın en önemli yüz olayı arasında zikreden CNN, Time ve benzeri kuruluşların yaptıkları tesbitden bir cümle nakledelim: İstanbul, Fâtih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir harâbe ve ölü şehir idi. Fetihden sonra, hem Avrupa’nın ve hem de Müslüman memleketlerin ticâret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi. Nitekim Rus tarihçi Ouspensky bile “Türkler 1453’te, Haçlıların 1204’te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar” diyebilmektedir. (1)
 

 Kaynaklar:


 1) Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, I/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, I/343; Damad, Mecma’ul-Enhür Şerhu Mülteka’l-Ebhur, I/643 vd.; Ebüssuud, Ma'ruzat, İst. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, sh. 62 vd.; Baştav, Şerif, “XIV. Asırda yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı tarihine göre İstanbul’un muhasarası ve zabtı”, sh. 51-82; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.1, sh. 448 vd.; Âli, Künh’ül-Ahbâr, c. V, 251-260; Solakzâde, 191-201; Âşıkpaşa-zâde, sh. 141-143; Clot, Fâtih, 60 vd.; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 66-67, 94-95, 127-128.; Akgündüz-Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV, İstanbul, 1999, sh. 106-108.


 Prof. Dr. Ahmet Akgündüz