30 Aralık 2013 Pazartesi

MÜBAHALE AYETİ VARMI? PEYGAMBERİMİZ MÜBAHALE YAPMIŞMIDIR?

 

MÜBAHALE AYETİ VARMI? PEYGAMBERİMİZ MÜBAHALE YAPMIŞMIDIR?

MÜBAHALE AYETİ



 
Mübahele Ayeti (Arapça: آية المباهلة), Âl-i İmrân Suresi'nin 61. ayetidir. Mübahele, kelime anlamı olarak "karşılıklı beddua etme" demektir.



 Ayet şöyledir:


 Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım.



 Ayetle ilgili rivayetler



 Rivayetlere göre İslam peygamberi Hz.Muhammed(s.a.v), Necran Hıristiyan'larını İslam'a davet ettmiş, onlar da âlimleri yanlarında olarak yaklaşık 70 kişi ile Medine'ye gelmişlerdir.Amaçlarının Hz.Muhammed(s.a.v), 'in söylediklerinin doğruluğu husunda Hz.Muhammed(s.a.v),  ile tartışmak olduğu ifade edilen gurup ile yapılan tartışmalarda Muhammedin, Nasranîler'i, onların dini kitaplarında "kendisinin geleceğine dair" alametleri göstererek yenilgiye uğrattığı rivayet edilir.


 Rivayetlere göre Nasranîler de zaten böyle bir bekleyiş içinde idiler. Onların inanışına göre de, gelecek olan peygamber(s.a.v),  deveye binerek (Mekke’de bulunan) Faran dağlarından zahir olacak,İyr ve Uhud (Medine’de) arasında hicret edecektir.Tartışmaların anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine "Sana gelen bunca ilimden sonra, yine de bu hususta seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi ve nefsinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım." Şeklindeki ayetin indirildiğine inanılır.


 Bunun üzerine Hz.Muhammedin(s.a.v),doğrunun yalancıdan ayırt edilmesi için Nasranî’lere mübahele (karşılıklı beddua) yapma önerisinde bulunmuş, öneri kabul edilerek ertesi gün buluşmak üzere anlaşılmıştır.


 Mübahele Günü


 Anlatıldığına göre ertesi gün Necranlılar Medine’nin çıkışında, Hz.Muhammed(s.a.v), 'in çok büyük ve kalabalık bir toplulukla onları yıldırmak ve korkutmak için geleceğini bekliyorlardı. Ancak Hz.Muhammed(s.a.v),sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın ve ön tarafında ise iki çocuk olduğu bir halde sadece beş kişiyle gelerek necranlıların karsısına çıkmıştır.
 
Necranlıların alimi Oskof, mütercimlerden Hz.Muhammed(s.a.v),ile gelenlerin kim olduklarını sordu."O genç, O’nun damadı ve amcası oğlu Ali bin Ebu Talib’tir, O kadın O’nun kızı Fatıma Zehra’dır, O iki çocuk ise O’nun torunları ve kızının evlatları olan Hasan bin Ali ve Hüseyin bin Ali’dir.”demeleri üzerine Oskof "Bakınız Hz.Muhammed(s.a.v), nasıl da mutmain bir halde en yakınlarını, evlatlarını ve en çok sevdiği azizlerini mübahaleye getirip onları belaya maruz bıraktı. Allah’a and olsun ki, eğer O’nun tereddüt veya korkusu olsaydı, asla onları getirmez ve mübaheleden vazgeçerdi veya en azından ailesinden olan azizlerini bu hadiseden uzak tutardı. O’nunla mübahele yapmamız, kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri’sinden korkmasaydım ona iman ederdim. Öyleyse O’nun isteklerini kabullenerek O’nunla anlaşıp kendi şehrimize dönelim." demiştir.

 Bunun üzerine mübaheleden vazgeçilerek anlaşma yoluna gidilmiştir.

Anlaşma


 Barış anlaşması Ali bin Ebu Talib’in eli ile yazıldı. Evrafi kumaşlarından, her kumaşın kıymeti kırk dirhem olmak şartıyla iki bin kumaş,bin mıskal altın ve bunların yarısının yani bin kumaş ve beş yüz mıskal altının Muharrem ayında ve diğer yarısının da Recep ayında verilmesinin gerekliliği yazıldıktan sonra her iki taraf da imzaladı.
 
 
 
 
 
 

HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-2



 HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-2

 

70 hafız sahabenin şehit edilmesi ve Peygamberimizin(s.a.v) bedduası

Necid'deki en kalabalık kabilelere reislik eden Ebu Bera, hicretin 4. senesinde Medine'ye gelerek Resûl-i Ekrem Efendimize (sas) teminatlı bir teklifte bulundu:



 - Ashab
ının seçkin hafızlarını emrim altında bulunan kabilelere gönder, Kur'an okusunlar, putperestlikten kurtarıp İslam'a ısındırsınlar!.. Ebu Bera, Efendimiz'in isteği üzerine yerine vekil olarak bıraktığı Amir bin Tufeyl'e hitaben yazdığı bir mektubu da hizmet için gidecek olan kafilenin başkanına verilmesini istedi.

Efendimiz (sas) Hazretleri İslam'a hizmet için her türlü fedakarlığa hazır olan Ashab-ı Suffa'dan yetmiş kadar seçkin adanmış ruhlardan oluşan tebliğ heyetini Medine dışına kadar uğurlayarak özel bir ilgi gösterirken, kalbinde bir eziklik ve şüphe de hissediyordu. 'Acaba, reis Ebu Bera'nın bu mektubu bir hile olabilir mi, kabiledeki vekilince dikkate alınmaz da ashabıma bir ihanette bulunmaları söz konusu olabilir mi?' diye muhtemel bir terörden endişe duyuyordu.

Kumlu çöllerin kavurucu sıcağına rağmen yollarına Kur'an okuyup salavatlar getirerek aşk ve şevkle devam eden bu seçkin hafızlar kafilesi, nihayet yaklaştıkları kabilenin yakınındaki Maun kuyusu başında mola vererek namaz için abdest hazırlığına başladılar. Bu sırada getirdikleri mektubu da Haram bin Milhan'la reis vekiline gönderdiler.

Ancak insani niyet ve duygudan tümüyle yoksun reis vekili Amir bin Tufeyl, hiddetlenerek mektubu getiren Haram bin Milhan'ı hemen orada çektiği kılıcıyla hunharca şehit etmekten çekinmedi.

Bu yaptığının doğru olmadığını, reislerinin verdiği sözünü tutmaları gerektiğini söyleyen yanındaki kabile mensuplarına da:

- Siz gelmezseniz gelmeyin, Lat ve Uzza'nın sadık kulları olan diğer kabile mensuplarıyla gider, onlara hadlerini bildiririm, diyerek öteki aşiretlere doğru adam toplamak üzere atını öfkeyle sürdü.

Beri tarafta sıcak kumların üzerinde huşu içerisinde namazlarını kılan masum hizmet cemaati, uzaktan bir toz bulutunun kendilerine doğru geldiğini fark ettiler. Birkaç saniye içinde yaklaşan bu toz dumanın içinden silahlı müşriklerin bağrıştıklarını duydular:

- Teslim olun!..

-Biz savaşmak için gelmedik ki teslim olalım, size Kur'an okumak için geldik, bir ısrar ve isteğimiz de yoktur, karşılığını verdilerse de, makul sözleri dinleyecek vicdana da şuura da sahip değillerdi bu vahşi teröristler.

Cinayet niyetiyle yola çıkmış bu gözü dönmüş müşriklere karşı bir avuç eğitim ve öğretim görevlisi adanmış ruhlar, mukavemet edecek durumda da değillerdi. Kısa zamanda şehadet şerbetini içerek secde ettikleri sıcak kumların üzerine kılıç darbeleriyle serildiler. Son nefesini verenlerden duyulan ortak cümle hep aynı oluyordu:

-Füztü ve Rabbil'-Kabeti!.. Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki biz kazandık!..

Evet, şehitler hep kazanırdı. Burada da öyle oldu. Masum şehitler yine kazandı. Bu sırada yaralılar arasında hayatta kalan tek kişi ayağa kalkarak güç bela binebildiği bir deveyle yola çıkıp Resulullah (sas) Hazretleri'ne ulaşarak hıçkırıklar içinde uğradıkları ihaneti anlattı.

Ashabının seçilmişlerinin masumca bir eğitim ve öğretim hizmeti için gittikleri yerde kalleşçe ihanete uğrayıp kılıçtan geçirilişlerini derin bir üzüntü içinde dinleyen Allah Resulü:

- Bu Ebu Bera'nın işidir. Zaten pek emin değildim.. diyerek tam kırk gün sabah namazlarını müteakip müşrik teröristler için beddua etti. Sabah namazının farzının son rekatında zalimlerin cezalarını bulmaları için Efendimiz'in yaptığı bu duygulu duası çok geçmeden etkisini gösterdi.

Kabilelerin çevrelerini kasıp kavuran şiddetli bir kuraklık sonucu hepsi de açlık, susuzluk ve salgın hastalıklardan kıvranarak can verirken, cinayetlerinin cezasını çektiklerini anlayanlar bin pişman oldular; ama bu pişmanlığın hiçbir faydası olmadı. Böylece dillerde tekrar edilen söz yine aynı oluyordu:

- Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki, şehitler kazandı!..

Ağlayanlar ise boşa ağlar, ciğerlerini boşa dağlarlar. Çünkü şehitler ağlanacak halde değil, imrenilecek makamdalar.


Ahmet Şahin

http://www.zaman.com.tr/ahmet-sahin/70-hafiz-sahabe-nasil-bir-ihanetle-sehit-edildi_1194899.html
 
 
 

HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-1

 
 
 
HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI VARMI?-1


HZ.MUHAMMED(S.A.V)'IN BEDDUALARI-1

 


"Peygamberimiz, azılı İslâm düşmanlarından Ebû Cehil, Ümeyye ibn Halef ve benzerlerinin de içinde bulunduğu yedi kişiye beddua etmiş, bu kişilerin hepsi de Bedir Savaşı'nda öldürülmüş, böylece Hz. Peygamber'in bedduası yerini bulmuştur.

(Ahmed, I, 393, 397)


 

Hicretin 4. yılında Adal ve Karel kabilelerinden altı-yedi kişilik bir heyet Medine'ye gelmiş, Müslüman olduklarını bildirip Hz. Peygamberden kavimleri için İslam davetçisi istemişlerdi. Bu istek üzerine Peygamberimiz 10 kişilik bir davetçi grubunu görevlendirip onlara gönderir. Davetçiler Reci' denilen yerde yüze yakın okçu tarafından pusuya düşürülür, altısı şehid edilir, dördü de esir edilir. Esirlerden ikisi yolda şehid edilir, ikisi de Mekke müşriklerine satılır. Onlar da hunharca Mekke'de şehid edilir.


Onlardan Hz. Hubeyb şehid edilirken şöyle beddua ettmiştir: "Allahım, o müşriklerin hepsini kahret, onların topluluklarını dağıt perişan et! Onların birer birer canlarını al ve onlardan hiç birini sağ bırakma!"

(Bkz. Asım Köksal, İslam Tarihi, XI, 14-30)


 

Yine aynı yıl Âmir oğullarından Ebû Berâ'nın isteği üzere Peygamberimiz ashabından kırk seçkin kişiyi davetçi olarak gönderir. Davetçiler, Bi'r-i Maûne denilen yerde kuşatılır ve hunharca şehid edilirler.


Bu iki olay üzerine son derece üzülen ve acılara garkolan Peygamberimiz, sabah namazının birinci rekatında rukudan doğrulduktan sonra şöyle beddua etmiş ve bu uygulamasını bir ay kadar sürdürmüş, cemaat de âmin demiştir:


"Ey Allah! Mudar kabilelerini şiddetle tepele!


Ey Allah! Onların yıllarını, Yusuf peygamberin kıtlık yılları gibi çetin yap, dünyayı başlarına dar et!


Ey Allah! Onları sana havale ediyorum. Allahım, onlara lanet et! Çünkü onlar, Allah ve Rasülüne karşı geldiler!"


(Bkz. Asım Köksal, İslam Tarihi, XI, 33-52)



 

Hendek savaşının zor anlarında Peygamberimiz müşriklere şöyle beddua etmiştir:

"Onlar, nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi ikindi namazından alıkoymuşlarsa; Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!"

(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai)

 


 

 

4 Aralık 2013 Çarşamba

ALLAH NİYE BİZ VE O DİYOR?



ALLAH NİYE BİZ VE O DİYOR?

 


Ateist diyor ki:


Sual: “Kur’an çelişkilerle doludur, Allah kelamı olsa, bir yerde ben, bir yerde biz, bir yerde o diye söylemez. Mesela Fatiha’da alemlerin rabbi diye üçüncü şahıs olarak söylüyor.”


CEVAP


Bu ateistin ifadeleri, din düşmanlığının yanında, kendi cahilliğini sergilemektedir. Fatiha bir duadır. Müminlerin nasıl dua etmesi gerektiği bildirilmektedir. Meali şöyledir:



Âlemlerin rabbi, ceza gününün tek sahibi, rahman ve rahim olan Allah’a hamd olsun. Ey rabbimiz, sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi nimet verdiğin kimselerin doğru yoluna ilet, gazaba uğrayanlarla sapıtanların yolundan uzak tut.




Kur’anda ben, biz, o gibi ifadelerin kullanılışı hakkında İsmail Hakkı Bursevi hazretleri buyuruyor ki:



Sultanların dört türlü konuşma tarzı vardır:


1- Ben yaptım der. 2- Biz yaptık der. 3- Kendinden bahsetmeden (Şunlar emredildi) der. 4- Yalnız unvanı ile (Sultanınız size şunu emretti, şunlar size yasak kılındı) der. Üçüncü şahıs olarak, o diye de bildirir.



Allahü teâlânın, bazen ben, bazen biz demesi, halkın aşina olduğu sultanlara mahsus bir hitap tarzıdır. O, sultanlar sultanıdır. Yukarıdaki gibi dört tarzla da hitap etmiştir. Kur’an-ı kerimden üçer örnek verelim:




1- Ben dediğine örnekler:



Yalnız benden korkun. (Bekara 40)

Ben tevbe edenin tevbesini kabul ederim. (Bekara 160)

Kullarım beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, onlara yakınım. Benden isteyenin, bana dua edenin duasını kabul ederim. (Bekara 186)




2- Biz dediğine örnekler:



Biz şükredenlerin mükafatını vereceğiz. (Al-i İmran 145) Biz kâfirler için perişan edici bir azap hazırladık. (Nisa 37)

Biz Cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık. (İsra 8)




3- Kendinden bahsetmeden verdiği emirlere örnekler:



Oruç size farz kılındı. (Bekara 183)

Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. (Nisa 24)

Namaz, müminlere belirli vakitlerde farz kılınmıştır. (Nisa 103)



4- Üçüncü şahıs olarak bildirdiğine örnekler:


Allah ki sizi yarattı. (Rum 40)


O Rab ki, yeri sizin için bir zemin, göğü de bir tavan yaptı. (Bakara 22)

O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. (B
akara 29)




Allahü teâlânın Ben demesi yüce zatına göre, Biz demesi, isim ve sıfatlarına göredir. İsim ve sıfatlarının çokluğu zatının birliğine zıt değildir. Çünkü isim ve sıfatların hepsi, zata aittir.


(Ruh-ul-beyan c.1, s.37)


http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3038





28 Kasım 2013 Perşembe

HADİSLERE GÖRE AHİR ZAMANDA NELER OLACAK?



 
 
 HADİSLERE GÖRE AHİR ZAMANDA NELER OLACAK?



Halkın içinden asaletsiz,şerefsiz, haysiyetsiz insanlar milletin başına geçecekler. Yani ayak takımı başa, baştakiler ayak altına alınacak.

"Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz." (Mecmau'z-Zevâid)

"Siz ne halde iseniz, başınıza o halde idareciler gelir." (Deylemî)

Ve onlardan her kötülüğü bekleyin. Çünkü bu kötülüğü başta siz yaptınız. Ki Allah-u Teâlâ böylelerini başınıza verdi.

“… O dönemde yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak, hain adama güvenilecek, güvenilir adam hainlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda adam söz sahibi olacaktır. (Rüveybıda nedir? Sorusunu: Önemsiz, bilgisi kıt adam, diye cevapladı).” (Sünen-i İbn-i Mace)



“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hâinlere güvenilecek.İnsanlardan şâhidlik etmeleri istenmediği halde şâhidlik edecekler, yemin etmeleri istenmediği halde yemin edecekler,” (Taberâni, XXIII, 314)

"Şüphesiz ki kıyametin önünde yalancılar zuhur edecektir." (Müslim: 2923)

Hadis-i şerif'i rivayet eden Câbir -radiyallahu anh-:"Onlardan korunuverin!" buyurmuştur.

İşte bu yalancılar bu zamanda mevcuttur. Onların her şeyi yalan ve dolandır.

Ebu Zerr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

"Sizin, benden sonra şu devlet malının kökünü kazıyacak olan imamlara (yöneticilere) karşı durumunuz ne olacak?" diye sordu.

Ben: "Seni hak ile gönderen Zât'a yemin ederim ki kılıcımı omuzuma takıp, sana ulaşıncaya kadar onunla savaşacağım!" dedim.

Buyurdu ki:

"Sana bundan daha hayırlısını söyleyeyim mi?Bana ulaşıncaya kadar sabredersin." (Ebu Dâvud)

 

Fâsıklar toplumun efendisi hâline gelecek,

İş ehil olmayanlara verilecek,

Emanet kelepir kabul edilecek,

 

Abdurrahman bin Amr -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Yağmurun çoğalıp bitkinin az olması, Kur'an okuyanların çok fakihlerin az olması, idarecilerin çok, güvenilir olanlarının ise az olması kıyametin yaklaştığının delillerindendir." (Câmiu's-sağîr: 8234)

Bugün müslümanların eziyet altında oluşu, sefahat, gaflet ve kabahat içinde oluşlarından ileri geliyor. Eğer biz samimi olarak Hazret-i Allah'a sığınsak, Hazret-i Allah onlara bu fırsatı vermez. Sefahat içinde yaşadığımız için başımıza bu haller geliyor. Biz bu hale suçumuzdan ötürü düşmüş oluyoruz. Bu felâketleri kendi elimizle hazırlamışızdır.

Demek oluyor ki; insanlar, yaratıcı ve yaşatıcı olan Allah-u Teâlâ'dan, O'nun emir ve nehiylerinden ayrıldıkları zaman, onlara hakettikleri ceza olarak başlarına zâlim idareci veriyor. Onlar da en şiddetli azap ile halka zulmederler.

İşlerin Ehliyetli Olmayanlara Verilmesi:

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh- der ki:

"Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yanındaki cemaate konuşurken bir kimse gelerek:

'Yâ Resulellah! Kıyamet ne zaman kopacak?' diye sordu.

Resulullah Aleyhisselâm konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiğinde:

"Sual sahibi nerede?" dedi.

O kimse:

'İşte buradayım yâ Resulellah!' karşılığını verdi.

Resulullah Aleyhisselâm:

"Emanet zâyi edildiği vakit kıyameti bekle!" buyurdu.

O kimse yine:

'Emanet nasıl zâyi edilir?' diye sordu.

"İş ehil olmayana verildiği zaman kıyameti bekle!" buyurdu. (Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 54)

İşte şimdi tam o zaman.

Üzerine aldığı iş hakkında hiç ilgisi bilgisi olmadığı halde o işin başına geçiriliyor.

Yani daha doğrusu işe adam aranmıyor da, nâehil olduğu halde adama iş veriliyor.

 

 
Abdullah ibn-i Ömer -radıyallâhu anh- tarafından rivayet edilmiştir.

Rasûlullâh –sallâllâhu aleyhi ve elem- bize yönelerek şöyle buyurdu:

“Ey Muhacirler cemâati!

Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olacağınız zaman Ben sizlerin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım. Onlar şunlardır:

1- Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip-geçmiş milletlerde vuku bulmamış hastalıklar yayılır.

2- Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılırlar.

3- Mallarının zekâtını vermekten kaçan her millet mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezası ile cezalandırılır) ve hayvanları olmasa (Allâh hayvanlara acımasa) onlara yağmur yağdırmaz.

4- Allâh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûlün sünnetini terk eden her milletin başına mutlaka Allâh kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindeki-avucundakilerin bir kısmını alır.

5- İmamları (yâni devlet adamları) Allâh’ın Kitabı ile amel etmeyip Allâh’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe Allâh onların hesabını kendi aralarında görür.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22)

 

Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-, yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek:

“-Ey Allah’ın Rasûlü! Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Sallallâhu aleyhi ve sellem- konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit:

“-Sual sâhibi nerede?” buyurdular. Adam:

“-İşte buradayım ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“-Emanet zâyi edildiği vakit Kıyameti bekleyin!” buyurdular. Adam:

“-Emanet nasıl zâyi edilir?” diye sordu. Efendimiz:

“-İş, ehil olmayana tevdi edildi mi Kıyamet’i bekleyin!” buyurdular.” (Buhari, İlm 2, Rikâk 35)

"Yüksek yüksek binalar inşa edilmedikçe… kıyamet kopmaz."268

"Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır… Yüksek binalar yapmada insanlar birbirleriyle yarışacak."269

 

Bu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır…

Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.270




 

26 Kasım 2013 Salı

Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir?



Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir?


 
Müslümanların yönteminde tarih boyunca gayrimüslimler hür olarak yaşamışlar. Hz. Ömer'in Kudüs'te kilisede namaz kılmak istemesi gözönüne alınarak,Ayasofya'nın kiliseden camiye dönüştürülmesi ile din ve vicdan hürriyeti nasıl telif edilir? Hangi dini nasa binaen bu değişiklik yapılmıştır?


İslâm devletler hukukunun hükümlerine göre, sulh yolu ile fethedilen ülkelerde mevcut olan ehl-i kitâba ait ma'bedlere asla dokunulmaz; ancak yenilerinin inşasına da müsaade edilmez. Eskiden beri var olanlar tamir edilebilir. Savaş yoluyla fethedilen topraklarda ise, durum tam tersinedir. Yani İslâm hükümdarı, isterse, başka dinlere ait bütün ma'bedleri yok eder ve gayr-i müslimleri de sürgün edebilir. İşte İstanbul, tamamen savaş yoluyla feth olunmuştur. Ayasofya'nın ve benzeri bazı kiliselerin camiye çevrilişinin meşruiyet sebebi zikredilen hükümdür. Bu hüküm, İstanbul çapında tatbik edilseydi, İstanbul'daki bütün kilise ve havraların yıkılması gerekirdi. İstanbul'u Allah'ın yardımı ve kılıcının kuvvetiyle fetheden Fâtih Sultân Mehmed, Ayasofya'yı cami haline getirdikten sonra, papaz ve hahamlardan oluşan bir heyeti huzurunda kabul eder.


Papaz ve hahamlar heyeti, İstanbul'u savaşla fethettiğini, dilerse İstanbul'da hiçbir kilise ve havra bırakmayacağını bu durumun devletler hukukundan doğan bir hakkı olduğunu Fâtih'e ifade ederler; ancak kendisine, kendilerine ve ma'bedlerine karşı İstanbul'un sulh yol ile fethetmiş gibi kabul etmesini ve geç de olsa toplu halde huzuruna gelişlerini bu mânâya vesile saymasını ısrarla talep etmişlerdir.


Çevresindeki din âlimlerine danışan Fâtih Sultân Mehmed, bu isteklerini geri çevirmemiş ve camiye çevrilenlerin dışında kalan kilise ve havralara, hakkı olduğu halde müdahale etmemiştir. Günümüze kadar yaşayan kilise ve havraların gerçek sırrının, Fâtih'in din ve vicdan hürriyeti anlayışı oluğunu, Osmanlı Devleti'nin şanlı Şeyhülislâmı Ebüssuud Efendi, verdiği bir fetvâda vuzuha kavuşturmaktadır. Bu fetvânın aslı aynen şöyledir:


“Merhûm Sultân Muhammed Hân hazretleri, Mahmiye-i İstanbul'u ve etrafındaki karyeleri unveten feth eylemiş midir? El-Cevab: Ma'ruf olan unveten (cebr ile) fetihdir. Amma kenais-i kadime (eski kiliseler) sulhen fethe delâlet eder. 945 tarihinde bu husus teftiş olunmuştur. 130 yaşında bir kimesne ve 110 yaşında bir kimesne bulunup Yehud ve Nasara tâifesi el altından Sultân Muhammed Hân ile ittifak edüb Tekfur'a nusret etmeyecek olub Sultân Muhammed dahi anları seby etmeyüb (esir almayub) halleri üzere mukarrer edecek olub bu vechile feth olundu deyu şahadet edüb bu şahadet ile kenâsi-i kadîme hali üzere kalmıştır. Ketebehu Ebüssuud”.


Bu anlattıklarımızı, tarihçilerin verdiği bilgi de doğrulamaktadır. Fâtih Sultân Mehmed, 23 Mayıs’da İsfendiyar oğlu Damad Kasım Bey’i elçi olarak Bizans’a göndermiş ve kendisine şu haberleri yollamıştır: İlk umumi hücumda şehir düşecektir. Bu gerçeği tam bir asker olan İmparator da kabul etmelidir. Eğer sulh yolu ile teslim olurlarsa, İslâm Hukukunun kuralları gereği, can ve mala aslâ zarar verilmeyeceğini; cebr ile fethedilirse, hem kan döküleceğini ve hem de sorumluluk kabul etmeyeceğini bilmelidir. Maalesef bu habere rağmen sulhu kabul etmeyince cebr ile feth olunmuş ve buna rağmen yine de anlattığımız gibi muamele yapılmıştır. Ayasofya’daki mozaikleri tamamen tahrip etmemesi ve İstanbul surlarını yıkmaması, Fâtih’in bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır.


 Görülüyor ki, Fâtih Sultân Mehmed'in Sırbistan'da tatbik edeceğini va'd ettiği “Her caminin yanında birer kilise inşasına müsaade” durumu, İstanbul'da da tatbik olunmuştur. Fener'de Abdi Subaşı Mahallesindeki Caminin bitişiğinde Rum Patrikhanesi ile kilisenin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti'nin gerçek mânâda din ve vicdan hürriyetini göstermiyor mu? Edirnekapı Caddesinin son kısmında yer alan Mihrimah Sultân Camii'nin hemen karşısında bir Rum kilisesinin inşasına müsaade etmek, bu hürriyetin maddî delillerinden değil midir?


İstanbul’un harap edilmesi iddiası da doğru değildir. Buna ayrıntılı cevap vermek yerine, İstanbul’un fethini geçen bin yılın en önemli yüz olayı arasında zikreden CNN, Time ve benzeri kuruluşların yaptıkları tesbitden bir cümle nakledelim: İstanbul, Fâtih tarafından fethedilmeden evvel, tam bir harâbe ve ölü şehir idi. Fetihden sonra, hem Avrupa’nın ve hem de Müslüman memleketlerin ticâret merkezi ve mamur bir dünya şehri haline geldi. Nitekim Rus tarihçi Ouspensky bile “Türkler 1453’te, Haçlıların 1204’te yaptıklarından çok daha insanca ve hoşgörüyle davrandılar” diyebilmektedir. (1)
 

 Kaynaklar:


 1) Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, I/282 vd.; Mevkufati, Mülteka Tercümesi, I/343; Damad, Mecma’ul-Enhür Şerhu Mülteka’l-Ebhur, I/643 vd.; Ebüssuud, Ma'ruzat, İst. Üniv. Kütp. Ty. nr. 1798, vrk. 130/a-b; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter, sh. 62 vd.; Baştav, Şerif, “XIV. Asırda yazılmış Grekçe Anonim Osmanlı tarihine göre İstanbul’un muhasarası ve zabtı”, sh. 51-82; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.1, sh. 448 vd.; Âli, Künh’ül-Ahbâr, c. V, 251-260; Solakzâde, 191-201; Âşıkpaşa-zâde, sh. 141-143; Clot, Fâtih, 60 vd.; Karşı görüş için bkz. Aydın, Erdoğan, Fâtih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, 66-67, 94-95, 127-128.; Akgündüz-Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, OSAV, İstanbul, 1999, sh. 106-108.


 Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

13 Ekim 2013 Pazar

KURAN'DA DOMUZ İLE İLGİLİ AYETLER


KURAN'DA DOMUZ İLE İLGİLİ AYETLER
 
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

O, size ölüyü (leşi)- kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç kalırsa, taşkınlık yapmamak ve haddi aşmamak şartıyla (ölmeyecek oranda yiyebilir), ona bir günah yoktur. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
(BAKARA SURESİ / 173)


De ki: "Allah katında, 'kesinleşmiş bir ceza olarak' bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah'ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tağuta tapanlar; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır."
(MAİDE SURESİ / 60)


Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, -(henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç,- dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (günahla yoldan sapmadır.) Bugün inkâra sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim. Kim 'şiddetli bir açlıkta kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalırsa' -günaha eğilim göstermeksizin- (bu haram saydıklarımızdan yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
(MAİDE SURESİ/3)


O, size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı haram kıldı. Fakat kim mecbur kalırsa, saldırmamak ve sınırı aşmamak üzere (yiyebilir). Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. 
(NAHL SURESİ / 115 )

11 Ekim 2013 Cuma

İSLAM'A GÖRE DOMUZ,YILAN VE FARE DERİSİ


 
İSLAM'A GÖRE DOMUZ,YILAN VE FARE DERİSİ


Domuz, yılan, fare ve insan derisi dabağlanmakla temiz olmaz. (Redd-ül muhtar)

Domuz ve yılan derisi, dabağlansa da temiz olmaz. (Halebi, Hidaye, Hindiyye)...


İmam-ı a’zam, “Domuz derisi dabağlansa da temiz olmaz” dedi. (Mizan-ül-kübra)

Yılan derisi ile domuz derisi dabağlanmakla temiz olmaz. (Mezahib-il Erbea)

Hınzırın [domuzun] derisi dabağlanmakla temiz olmaz. (Nimet-i İslam)

Şafii’de, köpek ve domuz derileri dabağlanmakla temiz olmaz. (Misbah-un-necat)

Domuz derisi dabağlanmakla temiz olmaz. (Büyük İslam İlmihali)

Zeydiye fırkasına mensup sapık Şevkani, (Domuz derisi de dabağlanınca temiz olur) diyorsa da, onun sözü Ehl-i sünnet Müslümanları için senet olamaz.
 


24 Eylül 2013 Salı

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kader hakkında konuşmayı yasaklamış mıdır?



 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kader hakkında konuşmayı yasaklamış mıdır?

 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
“Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını açıklamaya kalkmayın!”
Ancak bu hadis-i şerif bizi kader meselesini konuşmaktan ve bu meseleyi anlamaya çalışmaktan menetmemektedir. Zira bu hadiste anlatılmak istenen farklı bir şeydir....


Şöyle ki: Kader ikiye ayrılır:

 
1-İnsanın kendi iradesiyle ilgili olan kısım.
2-İnsanın iradesinin karışmadığı, onun irade ve kuvveti dışında meydana gelen hadiseler.

 
Bir insanın erkek veya kadın olması, dünyaya geldiği zaman dilimi, doğduğu ve yaşadığı belde, yaşayacağı ömür müddeti, anne ve babasının kim olacağı, sakat veya sağlıklı, güzel veya çirkin, zengin veya fakir olması gibi hususlar bu ikinci kısma misal olarak verilebilir.

 
Bu ve benzeri meselelerdeki ilahî takdirin sırrını anlamaya çalışmak, “Niçin Allah bunu böyle yapmış?” diye düşünmek, insan için hem manasız bir kayıptır hem de onu helake götürebilecek bir sebeptir. Zira bunun neticesinde, kadere yani ilahî takdire isyan gelebilir. Bu sırlar ahirette, adalet gününde bütün incelikleri ile görünecektir.


İşte Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını açıklamaya kalkmayın!” hadisiyle bizi uğraşmaktan menettiği kader, insan iradesinin karışmadığı bu kısım kaderdir.Yoksa kaderin birinci kısmı üzerinde düşünmek hem güzeldir hem de tefekküri bir ibadettir. Akaid âlimleri de kaderin bu kısmına büyük mesai sarf etmişler ve eserler yazmışlardır.


http://www.ilmedavet.com/peygamber-efendimiz-s-a-v-kader-hakkinda-konusmayi-yasaklamis-midir.html

 
 

23 Eylül 2013 Pazartesi

Sonumuz belli ise niçin bu dünyaya geliyoruz?


ÖLÜM VE KADER


İmân'ın Rüknü Olarak KADER - İhsan Şenocak Hoca


KADER NEDİR?







KADER NEDİR?

(İnsan,kendi kaderini kendisimi belirler?Allahü teala mı belirler?Yoksa her ikisidemi?)


Kâinatta meydana gelen her şey,muhakkak yüce Allah’ın bilmesi,dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gel-mesini,Cenab-ı Hakk’ın ezelde dilemiş olmasına “KADER” denir.Yüce Allah’ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi,zamanı gelince meydana getirmesinede “Kaza” denir.


Örneğin,herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini yüce Allah’ın ezelde dilemiş olması bir kaderdir.O insanın takdir edilmiş günde yaratılması da bir kazadır.Bununla beraber kaza sözü,takdir ve hüküm manasınada gelir.

Kaderiyye ve Mutezile(sapkın mezhebler)’ye göre;Allah insanlara kudret ve irade vermiştir.İnsanlar bütün işlerini yaratır(Kul fi’linin hâlıkıdır). Yani amelinin yaratıcısıdır,derler.Kolun titremesi,kalbin atması kendiliğinden oluyor.Fakat kolu kaldırmayı,yürümeyi insan yapıyor,dediler. İnsan,istekli işlerini kendi yapmasaydı Allah iyiliklere mükâfât kötülüklere azâb yapması adaletsizlik olurdu,dediler.Böyle inanışlarına kanıt olarak; “Allah insanlara zulm etmez.İnsanlar kendilerine zulm ediyorlar”ve “Yaptıklarının cezasıdır” mealindeki ayeti-kerimeleri öne sürdüler.

Bir başka sapkın mezheb olan Cebriye(Yazgıcılık,Kadercilik-Fatalizm)’ye göre;
Bütün olacak şeyleri kalem ezelde yazdı ve sonradan değiştirilmemesi için mürekkebi de kurudu.Her şey ezelde takdir olunmuştur.Allah’ın ilminde olanlar ve ezelde takdir ettiği her şey,öylece hasıl(meydana gelmesi)olacaktır.Bunu kimse değiştiremez,dediler. Ayrıca insanın yaptığı iş ve hareketlerden sorumlu olamayacağını söylediler.Hadid S.23.Ayeti ileri sürdüler.

“Dünya’da olacak her şey,dünya yaratılmadan evvel ezelde Levh-i mahfûza(Allah yanında her şeyin yazılı bulunduğu manevi levha)yazılmış,takdir edilmiştir.
Bunu size bildiriyoruz ki,hayatta kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuşduğunuz kazançlardan,Allah’ın gönderdiği nimetlerden mağrur olmayasınız.
Allah kibirlileri,bencilleri sevmez

(HADİD S. 23.AYET)

Ehl-i Sünnet(Hak mezheb)mezhebine göre;irade-i külliye,yani külli irade(Allah’ın her şeyi kuşatan iradesi) sahibi yüce Allah,irade-i cüziyye, yani cüzi irade(Allah tarafından insana verilen istek,arzu,irade)sahibi insana bazı işler yapabilme ve hareketlerde bulunabilme hakkı tanımıştır.Eğer tanımasaydı,o zaman imtihanın ne anlamı kalırdı? Eğer,Allah insanoğlunun her yaptığını, her hareketini,her işini kendisi tespit ediyorsa,bunu cebri(zoraki)yaptırıyorsa o zaman insanoğluna hesabda soramaz.İnsanın robottan farkı kalmaz.
Allah,insanoğlunu, Dünya hayatında serbest bırakmıştır.
İyiliğide,kötülüğüdeseçebilir.Seçiminde hürdür.Allah insanoğlunun,iyiliği ve doğruluğu seçmesi için peygamberler,kitaplar göndermiştir.İyilik ortamınıda,kötülük ortamınıda,yaratan Allah’tır.Kendi cüzi iradesiyle kötülüğü seçen kişiye Allah dilerse “ol” emriyle kötülük ortamı yaratır.
Bu seçim kendisinindir.Ortamı yaratan ise Allah’tır.Kişi yaptığı kötülüklerin hesabını,Ahirette Allah’a verecektir.Eğer,insanoğlu kendi cüzi iradesiyle iyiliği seçerse,Allah dilerse ona iyilik yapabilmesi için,iyilik ortamını yaratır.
Örneğin,hayatı,tiyatroya benzetebiliriz.Dünya,tiyatro sahnesi,Oyunun konusu ve rollerin dağıtımı Allah’tan.Oynayanlar ise insanlar.Ama insanlar doğaçlama onuyorlar.Yani senaryo yok. İçten geldiği gibi,özgürce.

Allahü teala,geleceği bilir.Kimin Cehenneme, kimin Cennete gideceğini önceden bilir.Peki madem Allah kimin Cehenneme,kimin Cennete gideceğini biliyorsa insanları niye imtihan ediyor?diye bir soru akla gelebilir.Her insanı yaratır yaratmaz direk hak ettiği yere gönderse olmazmı?Olmaz.Çünkü o zaman insanlar buna itiraz
edebilir.Haksızlığa uğradıklarına inanırlar.Bu nedenle imtihan şarttır.

Örneğin 30 kişilik bir sınıfta öğretmen:"Sınıfın yarısı bu dersten geçecek,yarısıda kalacak.Kimlerin çalışkan kimlerin tembel olduğunu biliyorum.Bu nedenle sınav yapmıyorum.Direk notlarınızı kafama göre vereceğim.Daha sonrada bu dersten sınıfı geçenlerin ve kalanların isimlerini tek tek okuyacağım."dese zayıf alan öğrenciler,öğretmene itiraz ederlermi? Elbette itiraz ederler.Haksızlığa uğradıklarına inanırlar.İmtihansız  not verilmesini istemezler. 
Bu nedenlede Dünya hayatında da imtihan şarttır.

Hadid S.23.Ayette “Dünya’da olacak her şey,Dünya yaratılmadan evvel ezelde Levh-i Mahfûza yazılmıştır” Levh-i Mahfûzda neler yazılı? Başımıza gelecek olan belalar,musibetler,hastalıklar,kazalar ve doğal afetler yani Allah’ın afetleri.

Depremler,sel baskınları,tayfunlar,kasırgalar ve hortumların ne zaman ve nerede nasıl çıkacağı ve nasıl olacağı bilim tarafından bile bilinmiyor.Bilim sadece tahminde bulunabiliyor.Tahminler bazen tutuyor,bazen tutmuyor.

İnsanların bazıları,tevekkülü(işi Allah’a bırakmak)yanlış anlamışlardır.Peygamberimiz buyurmuştur ki “Önce tedbir,sonra tevekkül” Yani önce tedbir alacaksın.Sonra gerisini Allah’a

bırakacaksın.Mümin kişi,cüzi iradesiyle tedbir alır.Gerisini külli irade sahibi olan Allah’a bırakır.


“Çalışınız!Herkes kendisi için takdir edilmiş olan şeylere sürüklenir”
(HADİS-İ ŞERİF)

“İnsana ancak çalıştığı vardır” (NECM S. 39.AYET)


“O Allah ki sizi imtihan etsin,hanginizin daha güzel ameli oduğunu göstersin diye ölümü ve hayatı yarattı”
(MÜLK S. 2.AYET)


ŞÜPHESİZ DOĞRUYU ANCAK VE ANCAK ALLAH BİLİR…

2 Eylül 2013 Pazartesi

İSLAM-HRİSTİYANLIKTA-YAHUDİLİK DİNİNDE CİNLER





İSLAM DİNİNDE CİNLER


İslam’a göre cinler akıl sahibi olması açısından peygamberlerin tebliğlerine muhattap olmuş sorumluluk sahibi canlılardır.

Kur’an-ı kerim de onların Hz. Musa’ya ve getirdiği buyruklara iman ettikleri haber verilmiştir.... (Ahkaf Suresi, 46/ 30)
 

Peygamberlerin davetleri açısından mümin ve kâfir diye ikiye ayrılan cinlerin iman edenleri kurtuluşa ve ebedi saadete ererek cennete gireceklerdir. “and olsun ki cehennem için birçok cin ve insan yarattık.” (Araf Suresi, 7/ 179)
 

Kur’ an da cinlerinde insanlar gibi Allah’ a karşı yalan uydurdukları haber verilmiştir. (Cin Suresi, 72/ 5)
 

Kurana göre insanlar cinleri göremedikleri halde cinler insanları görmektedirler. (Araf Suresi, 7/ 27)
 

Hz. Peygamber (sav) bu duruma işaret ederek Müslüman bir kişinin tuvalet veya cinsel ihtiyacı için soyunduğu zaman “besmele” çekerek kendisini gözleyen cin ve şeytanları kovmasını istemiştir. (Tırmizi, İbni Mace, taharet 9/ 297- 298)
 

Cinlerde hayatlarını devam ettirmek için kendi yapılarına uygun olarak beslenmekte, yiyip içmektedirler ayrıca ölümlüdürler. (Müslim, Zikr 68) Cinlerinde nikahlanıp evlendikleri, çoluk çocuk sahibi oldukları kaydedilmektedir. (Ebu ya’ la, El-ferra, El Mutemet fi usulit-din s.174)
 

Hz. Muhammed (sav) bir hadislerinde evlerde bırakılan çöplerin cinlerin toplantı yeri olacağını bildirmiştir. (Abdurrezzak, Musannaf, 11, 32)

İslam dinin de cinlerin bazı insanları çarparak hastalanmalarına sebep olduğu inancı vardır. (Bakara Suresi, 2/ 275, el- ferra s. 173- 174)

Kuran da ve bazı hadislerde cinlerin haber çalmak için göğe çıktıkları fakat üzerlerine yakıcı, delici ışınlar gönderilmek suretiyle buradan kovalandıklarını öğrenmekteyiz. (Saffat 37/ 6- 10 Hicr 15/ 16- 18)
 

Gerek cinn ve gerekse ins’ den hiç bir şeytan artık semaya çıkamaz sırlarına vakıf olamaz. (Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, cilt 5, 349 Cin Suresi, 72/ 8- 10)

Cenab-ı hak cinleri dumansız ateşten yarattığını kuran da haber vermektedir. Yani günümüzde ki anlamıyla ışınlardan ibarettirler. (Sad Suresi, 38/ 71- 77; Rahman 55/ 14- 16)

Cinler insanoğlunun gözüne görülemeyecek bir tarzda yaratılmışlardır. (Araf Suresi, 7/ 27)

İslam kehanet grubuna giren şeylerin hepsinin yalan olduğunu belirtmiş kahinleri dinlemeyi onları tasdik etmeyi yalanlamıştır. (Sahih-i Buhari, tefsir 72/ 1) 

Kuran da “ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan bu günle karşılacağınıza dair sizi uyaran resuller gelmedi mi?” (Enam Suresi, 6/ 112)
 

Cinlerinde insanlar gibi Allah’ a kulluk yapmakla mükellef tutuldukları kesin olarak bildirilmektedir: “cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat Suresi, 51/ 56)

Ahkaf suresindeki ayetlerde cinlerden bir grubun Hz. Peygamberimize (sav) gelerek Kuran’ı dinledikleri daha sonra kendi kavimlerine açıklamakla görevli olarak dönüp onları İslam’a davet ettiklerini anlıyoruz. (Ahkaf Suresi, 46/ 29–32)
Abdullah bin mesuttan “cin heyetinin geldiği gece Resulullah ile beraberdim. Derin bir nefes aldılar. Neyiniz var ey Allah’ ın resulü dedim. Kendi nefsime ölümü haber verdim buyurdu. Yerine halife bırak dedim. Kimi? Buyurdu. Ebu bekri dedim. Sustular. Ömeri Dedim. Sustular. Ali’ yi dedim. Derin bir nefes alıp nefsim kudret elinde olan Allah’ a yemin ederim ki ona itaat ederlerse cennete girerler buyurdu. (imam- ı şibli, ahkamulcan s. 68- 69, garaibü ve acaibül cin s. 63- 64)

 

HRİSTİYANLIKTA CİN İNANCI
 

Sen Allah’ın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun, cinlerde, inanıyorlar ve titriyorlar. Fakat ey boş adam, imanın ameller olmayınca faydasız olduğunu bilmek ister misin? (Yakup’un mektubu, 2/ 19–20)

Ve onun haberi bütün Suriye’ye yayıldı. Ve ona çeşit çeşit hastalıklara ve dertlere tutulmuş bütün hastaları, cinlere tutulanları, saralı ve inmeli olanları getirdiler.
Ve onları iyi etti. (Matta 4/ 24)

Luka ve Markos incilinde bildirildiğine göre Hz. İsa, Mecdelli Meryem adlı kadından yedi tane cin çıkararak onu iyileştirmiştir. (Markos 16/ 9)
Markos inciline göre cinler Hz. İsa’ ya itaat etmek zorundaydılar. Çünkü onu tanıyor ve kendisinden korkuyorlardı. (Markos 1/ 32- 34)

Luka incilinde yer alan bir iddiaya göre de cinler bir insandan sen Allah’ ın oğlusun diye bağırarak çıkarlardı. İsa onları azarlayarak söylemeye bırakmazdı çünkü kendisinin Mesih olduğunu biliyorlardı. (Luka 4/ 41)

Çevresindeki halkın bir kısmı kendisine inanmakta fakat çoğunlukta inanmayarak onun Cinli/deli olduğunu iddia etmektedir. (Yuhanna 8/ 48- 49, 10/ 19- 21 17/ 19- 20)

Yine İncillerden anladığımıza göre onun cinlerin başkanı beezbul vasıtasıyla Ulşiyaptanı bildirmekteydiler. (Matta 12/ 22- 29 Luka 11/ 14- 22 Markos 3/ 22- 27)

Hz. İsa cine tutulmuş dilsiz bir adamın cinini kovarak iyileştirmiş ve konuşmasını sağlamıştır. (matta 9/ 32–34 12/ 22–29 Markos 3/ 20–27, Luka 11/ 14–22)

Hz. İsa saralı bir çocuğu, onun hastalanmasına sebep olan cine kovarak iyileştirmiştir. (matta 17/ 14–20 Luka 9/ 37–42)

Hz. İsa cinleri Allah’ın ruhu ile çıkarıp kovduğunu söylemişti. (matta 21/ 28)

Hz. İsa cinleri çıkarma yetkisini havarilerine de vermiştir: “ve cinleri çıkarmaya kudretleri olsun diye 12 kişi tayin etti.” Havarilerde hz. İsa’ dan aldıkları bu yetki ile kötü ruhlar üzerine hakim olmuşlar ve cinleri çıkararak hastaları iyileştirmişlerdir. (Markos 6/ 13 Luka 9/ 1–2)

 

YAHUDİLİK İNANCINDA CİNLER
 

Tevrat’ta yer alan bazı ifadelerden Yahudilerde cin inancının mevcut olduğunu görmekteyiz. Tesniye bölümünden Hz. Musa döneminde bir kısım Yahudilerin cinlere kurban kesmek suretiyle tapındıklarını anlamaktayız. Hz. Musa’ dan nakledilen bir ilahide bu husus şöyle dile getirilmiştir:

Yabancı ilahlarla onu kıskandırdılar.
Mekruh şeylerle onu öfkelendirdiler.
Allah olmayan cinlere
Bilmedikleri ilahlara
Atalarınızın korkmadıkları
Son zamanlarda çıkan yeni ilahlara kurban ettiler. (tesniye 32/ 16–17)

Yukarıdaki ifadelerden İsrailoğullarının cinlere tapmayı diğer milletlerden öğrendiklerini görmekteyiz. Onların cinlere ve diğer ilahlara tapmaları Tevrat’ta kesin olarak yasaklanmıştır: ve artık kurbanlarını ardlarınca zina ettikleri taptıkları mabudlara kurban etmeyecekler. Bu onlar için nesillerinde ebedi kanun olacak. (levililer 17/ 7)

Hz. Musa’dan sonra Yahudilerin tevhid inancından saparak yine cinlere tapmaya döndükleri kitabı mukaddeste belirtilmiştir:

Fakat milletler ile karıştılar
Ve onların işlerini öğrendiler
Ve putlarına kulluk ettiler
Onlarda kendilerine tuzak oldular
Ve oğullarıyla kızlarını cinlere kurban ettiler. (mezmurlar 106/ 37)

Yahudi toplumunda cinlerin insan ve hayvanların içine girerek onları delirttiğini inanılır. Bazı putperest ilahlarının israiloğullarınca harabelerde mevcut olduğuna inanılan cinler haline dönüştürüldüğü görülmektedir. Şedim ve lilith bunlardandır. Yahudilikte önemli iki cinli şahsiyet keffaret günü (yom kippur) günah keçisinin salıverildiği çöplük yerlerde yaşayan azazel ile kutsal kitap sonrası menkıbelerinde geçen çocuklara saldırması ve Âdem’in ilk karısı olmasıyla bilinen dişi cin Lilith olduğun anlaşılmaktadır. (Levililer 16/

Cinler Adem’in Lilth’ten olan zürriyetidir yada kadınlarla cinsel ilişkiye girmiş olan kovulmuş meleklerin zürriyetidir. (Tekvin 6/ 1–4)
 

27 Temmuz 2013 Cumartesi

HZ. RESUL(S.A.V)HAKKINDA BATILI AYDINLAR NELER SÖYLEMİŞLERDİR?




HZ. RESUL(S.A.V)HAKKINDA BATILI AYDINLARIN BAZI SÖZLERİ:



Thomas Carlyle:’İnsanlar her şeyden daha fazla Muhammed’e kulak vermelidir. Diğer bütün sözler, onun karşısında boş sözlerdir.’


Prof.Dr.H. Mones:’O’nun her sözü bir vecizedir.’


Jane Pelo:’O’nun davasında heyecanı asildi.’


Aleksi Lovazon:’O Allah tarafından gönderilmiş bir hak peygamberdir.’


G’la Faytt:’Ey şanlı arap!Aşk olsun sana....Adaletin ta kendisini bulmuşsun.’


Raymons Leronge:’14 asır geçmesine rağmen Hz. Muhammed bu zamanın tek rehberi,tek hidayet resulüdür.’


Sosyolog V.D.Eratsen:’Ben şahsen Hz. Muhammed’in hayranıyım.’


Prof.Jules Masserman:’Bütün zamanların en büyük lideri Muhammed idi.’


Prof.Dr. Michael Hart:Muhammed tarihte dini ve dünyevi açılandan en üstün başarıya ulaşmış tek kişidir.’


Tolstoy: Muhammed, hürmet ve saygıya fazlasıyla lâyıktır.


Gibson: Hz. Muhammed’i sevmeyenler onu yeterince tanımayanlardır.


Dostyoyevski: Büyük İslâm Peygamberi yüce yaratıcının katına çıkıp onunla buluşmuştur. Ben Mirac’a bütün kalbimle inanıyorum.


B. Smith: Büyük liderlerin hayat ve karakterleri ile yapılan eleştiriler İslâm Peygamberi için yapılamaz.


Prens Bismark: Senin asrında yaşayamadığımdan dolayı çok üzgünüm Ey Muhammed. Kur’an Allah’
ı
n kitabıdır. İnsanlık senin gibi bir kabiliyeti bir defa görmüş bir daha göremeyecektir. Ben senin önünde hürmet ve saygı ile eğilirim.


Geothe: Hiç kimse Muhammed’in kurallarından daha ileri bir adım atamaz. Biz Avrupa Milletleri medeni imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki bu yarışmada kimse onu geçemeyecektir.


Shebol: Hz. Muhammed insan olması itibari ile bütün insanlık onunla övünür. Biz Avrupa’lılar 2000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek en mesut ve en bahtiyar nesiller oluruz.


Bernard Shaw: Ben bu hayret uyandırıcı insanın hayatını inceledim. Benim görüşüme göre onu insanlığın kurtarıcısı olarak tanımamız lâzımdır.


Voltaire: Türk kardeşime diyeceğim ki; senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor... senin dinin çok asil.


Lamartine: İnsan büyüklüğü hangi ölçüyle ölçülürse ölçülsün acaba ondan daha büyük bir insan bulunur mu?


Knematirul: Herkesin itiraf etmekten çekindiği şeyi ben haykırıyorum. Hz. Muhammed hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir devrimcidir.


Kaynak:Batılı gözü ile İslam, Batının İslam'dan öğrendikleri adlı kitaplar ve yıllarca biriktirilen günlük gazete( Zaman,Milli Gazete..) ve dergilerden (İslam, Altınoluk,Zafer...) toplanan sözlerden oluşturulmuştur!-


BATILI İNSANLAR KADAR İSLAM PEYGAMBERİNE OBJEKTİF YAKLAŞABİLSEK VE O'NU ÖRNEK ALABİLSEK YETER ... !